Didem Elif – Sevgili Levent Veziroğlu, Likya Işıklı Aşklar Ülkesi adlı kitabınızla tesadüfen havaalanının içindeki kitapçıda karşılaştım. Bir haftalığına İtalya’ya gidiyordum ve yanıma zaten 3 kitap almıştım. Öncelikle Kaş’ta yaşadığım ve Likya benim için çok anlamlı olduğu için kitabınız ismiyle ilk anda ilgimi çekti. Elime aldığımda eski bir alışkanlık olarak ilk iş kitabın son sayfalarına baktım. Okuyucuya verdiğiniz bir liste vardı. Yine benim için çok anlamlı olan Küçük Prens kitabının adını görünce hemen aldım ve okuyacağım kitapların sıralamasını bozup, İtalya’da okumaya başladım.
Yalnız detayları seven biri olarak benim için tuzak bir kitap olduğunu belirtmem lazım. Yanlış anlaşılmasın bunu kendi adıma iyi anlamda kullanıyorum. İnce bir kitap olmasına rağmen, okurken sürekli kendi hikâyemde bir arayış içine girdim ve çoğu zaman kayboldum. Hatta kitabınızda okuduğum urgan kelimesi, o hafta yazdığım Yakın adlı öykümün kurgusunu belirledi diyebilirim. Sohbetimize başlarken öncelikle bunları belirtmek istedim.
Işıklı Aşklar Ülkesi
Kitabınıza dönersek, Likya Işıklı Aşklar Ülkesi sizin ilk kitabınız. Uzun yıllar finans, ekonomi alanında çalıştınız. 2012 yılından beri Doğuş Grubu bünyesinde yeme-içme sektöründe lider konumda olan D.ream’in CEO’susunuz. Böyle bir kitap yazma fikri ilk olarak ne zaman yüreğinize düştü? Aslında esas merak ettiğim şu; fikir yüreğinize düşer düşmez harekete geçtiniz mi, yoksa eskiden beri yapmak istediğiniz bir şeydi ve işten güçten anca mı fırsat oldu?
Levent Veziroğlu – Öncelikle kitaba göstermiş olduğunuz ilgi ve sizi yakalamış olmasından duyduğum mutluluğu belirtmek isterim. Yazmak uzun zamandır kendimi kendime ifade ettiğim bir yoldu. İlk gençlik yıllarımdan itibaren yazıyorum, tabi yazmak için biriktirmek gerek, okumak ama ne bulursan okumak, seyretmek, dinlemek, gezmek, görmek; yani önce algılamak yaşamı, insana dair ne varsa yazmanın temel harcı sanırım. Ben de hep öyle yaptım. Ama yazdıklarımı bugüne kadar yayınlamayı hiç düşünmemiştim. Yazdığımı ve anlattığım hikayelerimi bilen yakın dostlarım beni teşvik etti, ben de o cesareti gösterdim.
Bu kitabı dar zamanlarda ama büyük bir keyifle yazdım, kendisi de bir yolculuk hikayesi olan bu kitap aslında yollarda yazıldı diyebilirim. İş seyahatlerim esnasında uçaklarda, trenlerde, otomobillerde, vapurlarda yazıldı. Yazmak için geniş zamanlara ihtiyaç yokmuş onu anladım. Yazmakla yolculuklarım çok daha keyifli hale geldi. Yazdıklarımın okuyucuda karşılığını bulmak ise müthiş bir hazmış onu fark ettim.
Bana Yepyeni Dünyanın Kapılarını Açtı
Didem Elif – 6 yıldır Kaş’ta yaşayan biri olarak, içinde yaşadığım bölgede geçen böyle bir kitap okumak her şeyden önce benim için çok hoştu. Bu yolları hiç arşınlamamış biri ne hisseder bilemem ama bazılarını yürüdüğüm Likya yollarında bir de sizin hikâyenizin rehberliğinde gezmek ilginç ve keyifli bir deneyim oldu. Sizi bu topraklarla bu kadar yoğuran hayat hikâyeniz nasıl gelişti? Likya’nın sizin hayatınızdaki yerinden bahsedebilir misiniz?
Levent Veziroğlu – Ben Likya’lı bir annenin, Kilikyalı bir babanın çocuğuyum. Annem Antalya-Elmalı’dan babam Adana’dan iki öğretmen. Çocukluğumun bir çok yazı bu bölgede geçti. Hoş halen hiç kopmadım buradan. Bu coğrafyanın benim kişisel gelişimimde katkısı çok büyük. Likya önce ışığıyla ele geçirdi beni. Bu topraklarda gözümü açtığım her günüm dolu ve mutlu geçti. Arkeolojiye ve mitolojiye olan ilgimi tetikleyen yer burası. Ben ören yerlerini gösteren kahverengi yol tabelalarına burada aşık oldum. Çünkü beni ulaştırdıkları her yer bana yepyeni dünyaların kapılarını açtı. Adana’dan Knidos’a kadar uzanan kıyı şeridindeki hemen hemen bütün arkeolojik kalıntıları görmüşümdür sanırım.
Didem Elif – Ne kadar güzel bir merak. Bütün kitap boyunca karakteriniz, ona eşlik eden arkadaşıyla birlikte, bir ağaç arıyor. Hikâye anladığım kadarıyla seksenli yılların başında geçiyor. Ana karakterin annesinden, Likya’nın kızı; babasından, Ramses’in torunu olarak bahsediliyor. Sizin anne ve babanızla örtüştürdüğüm bu detaylardan yola çıkarak sormak istiyorum, bu ana hikâye gerçek bir hikâye mi? Geçmişte böyle bir ağaç arayışına gerçekten girdiniz mi? Yoksa tamamen kurgu mu? Aslında ilk başta ağaç arama kavramını bir metafor olarak kullandığınızı düşünmüştüm fakat kitabı bitirdiğimde bu düşüncemden pek eser kalmadı.
Ararken Kendini Bulmak
Levent Veziroğlu – Kitapta gerçek olan ender şeylerden birisi benim o yolculuğu 40 yıllık, çocukluk arkadaşımla 80li yılların ortalarında sırt çantalarımızla yapmış olduğumuz. Likya’nın kızı ve Ramses’in torunu, evet benim annem ve babama verdiğim adlar.
Ağaç, öykünün başında sizin de fark ettiğiniz gibi metaforik bir arayışa yönlendiriyor insanı. Biraz yaşamın anlamını, insanı insan yapan değerlerin, erdemin peşine düşmüş genç bir insanın öyküsü olarak ortaya çıkıyor. Ama gerçekte de yüzyılardır üzerlerine bir çok anlam yüklenmiş Zeytin ve Defne gibi iki ulu ağacın geçişkenli hikayesi okuyucuyu da gerçek bir arayışa sürüklüyor, tıpkı hikayesinde yol arkadaşını buna sürükleyen ana karakter gibi. Her ne kadar bir süre sonra metafor olmaktan çıksa da ağaçlar hakkında Likya’nın kızı ve Ramses’in torununun verdiği mesajlar biraz da eğitim ve kültürel etkileşimin önemini vurguluyor, herkesin kendi kişisel hikayesinde belirli unsurlar bulabileceğine inanıyorum bu bitmeyen arayış içerisinde.
Bu aslında biraz da “recordarse” hikayesi, “ararken kendini bulmak, hatırlamak”…
Didem Elif – Karanlıkla başlayan, sonra ışığın başka halleriyle devam eden hikâyenizde geçen bazı anlatımlar, benim içimde oldukça ifade buldu. Mesela bunlardan biri, yaratmak ve üretmek arasındaki fark. Korkunç hızlı tüketen bir devirde yaşarken, en azından bu detayın altını çizmek gerektiğini düşünüyorum. “Yaratmak” ve “Üretmek” ile ilgili düşüncelerinizi bir kez de burada ifade edebilir misiniz rica etsem?
Levent Veziroğlu – Kitapta şöyle ifade etmiştim; “Yaratmak değil üretmek olmalı insanın düsturu. Üretmek erdem, yaratmak bir üstünlük ifade der, oysa her insan isterse üretebilir. Birbirimizden üstün olma hırsımız neden olsun ki…”
Yaratmaya atfedilenin kutsallığın aslında üretmekte olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Biz yaşamı sınırlı varlıkların, üretip paylaşarak çoğalabileceğine olan inancımı; yaşamım boyu karşılaştığım engellemelere rağmen halen korumaya çalışıyorum. Çocuklarıma, dostlarıma ve konuşma fırsatı bulduğum özellikle genç insanlara bunu aşılamaya, anlatmaya çalışıyorum. Sizin bahsettiğiniz o vahşice tüketimin karşısına üretmeyi, çoğaltmayı koymanın, o sürecin bir parçası olmanın bile insana kendini çok iyi hissettirdiğini düşünüyorum.
Hepsinde Bir Işık Gizli
Didem Elif – Kesinlikle ben de aynı şekilde düşünüyorum. Bu yüzden de sözleriniz benim içimde çok kıymet buldu. Dilerim bu anlayış giderek çoğalsın.
Hikâyeniz, pek çok romanda olduğu gibi, sabit bir aşk hikâyesi üzerine kurgulanmamış. Likya’da geçen aşk hikâyeleri, ana karakterlerinizin arayışları boyunca tesadüfen karşılarına çıkıyor. Hepsi de çok hüzünlü hikâyelerdi doğrusu. Daha önce kimseden duymadığım için soruyorum. Anlattığınız gerçekten ışıklı olan aşk hikâyeleri bu topraklarda yaşanmış hikâyeler mi? Bahsi geçen isimler gerçek hayatta yaşamış karakterler mi?
Levent Veziroğlu – Bu kitapta anlatılan aşk hikayeleri, ilhamını Likya’dan alan ama benim kurguladığım masalsı aşk hikayeleri. Her bir aşk hikayesinin aslında birbirine dair de gizli referansları var. Hepsinde bir “ışık” gizli.
İşin hüzün tarafına gelirsek; her aşk içinde biraz da hüznü barındırıyor. Sezen Aksu şarkılarında sıkça uğrar bu duyguya: “hüzün çiçeklerin en güzelidir” der, “acının insana kattığı değeri bilirim küsemem, acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir” der. Çok severim ve çok anlam yüklerim. Sanırım bu coğrafya insanının acıdan aldığı tuhaf bir haz var. Aşkların hüznü aslında kitapta da iki kahramanın tartışıp yanıt bulamadıkları bir soru.
Günün Sonunda Tercih Ettiğiniz Bir Yaşamı Sürmüş Olursunuz
Didem Elif – Sezen Aksu’nun Gidemem adlı şarkısının sözlerini ben de anlamlı bulurum ve çok severim. Hayata bakış açımı anlattığını düşündüğüm ender şarkılardan biridir benim için. Bu satırların arasında hatırlamak ne güzel oldu.
Ana karakteriniz, her ne kadar kararlarını mantıksal bir süzgeçten geçiriyor olsa da, genel anlamda iç sesini dinleyerek yol alıyor. Biraz burnunun dikine biri olduğu da söylenebilir sanıyorum. Hikâye boyunca akışta olmanın getirdiği güzelliklerle hatta sürprizlerle karşılaşıyoruz. Levent Veziroğlu olarak karar verirken genelde siz de sezgilerinize göre mi hareket edersiniz? Pek çok insan için zordur da, akışa bırakarak yol almak sizin için kolay mıdır?
Levent Veziroğlu – Bu galiba benim de yaşam pratiğim. Biraz burnunun dikine, bildiği doğruya giden, her şeyi akıl ve mantık süzgecinden geçiren ama aynı zamanda sezgisel bir şekilde ilerleyen bir yapım var. Bu bazen sizi doğruya, bazen de istemediğiniz sonuçlara götürebilir ama günün sonunda siz tercih etttiğiniz bir yaşamı sürmüş olursunuz ve artık o noktada aldığınız kararın sorumluluğunu taşırsınız. Yani kısaca yaşamda hiç bir şeyin tek bir reçetesi yok, sizin elinizdeki içerik sonucu belirler. Tabi “gelsin hayat bildiği gibi gelsin” demek kafa tutan bir kaderciliği de gösterir.
Likyanın Kızı ve Ramses’in Torunu
Didem Elif – Likya’nın kızının ve Ramses’in torununun, adaletten tutun da doğanın bilgeliğine kadar felsefe boyutunda, oğullarına miras bıraktıkları düşünceleri var. Hikâyenizin örgüsü hep bunun üzerinden gidiyor. Her ikisinin de oğullarıyla aralarında çok güçlü bir bağ var. İkisinden yola çıkan bir aşk hikâyesi daha bekledim kitap boyunca. Böyle bir hikâye ile karşılaşmayınca, artık beklemeyi bıraktığım anda sürpriz bir sonla kendimce bu beklentiyi yakaladığımı söyleyebilirim. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Haklılık payım var mı? Likya’nın kızı ile Ramses’in torunu arasında tılsımlı bir aşk hikayesinden bahsedebilir miyiz?
Levent Veziroğlu – Likya’nın kızı annem ve Ramses’in torunu babam, ikisi de hayatta olmayan bu iki insanla aramda kurduğum felsefik ve düşünsel ilişkiyi onların ağzından yeri geldiğinde öğüt, yeri geldiğinde tespit, yeri geldiğinde yergi şeklinde metaforik olarak anlatmaya çalıştım. Bu anlamda kitabın iki temel yolu var, ana karakterlerin yaptığı yolculuğu takip ederken zaman zaman bu iki insanın dış seslerine kulak kabartıyor ve düşünmeye başlıyorsunuz.
İkisinin arasındaki tılsımlı aşk hikayesine dair kitapta üzeri kapalı olarak yansıttığım bölümler var. İkisinin de özel insanlar olduğuna dair tabi ki taraflı bir fikrim var, birbirlerini tamamlayan insanlardı. Ben bunun çok önemli olduğuna inanırım, her insanın kendi yapbozunda eksik bir parça olduğunu ve o eksik parçayı elinde bulunduran insanla karşılaşmadan kendi resmini tamamlayamayacağına inanıyorum. Ama burada gözardı edilmemesi gereken önemli nokta şu, sizin eksik parçanız birden fazla insanın elinde olabilir, siz de eğer o insanın eksik parçasını elinizde tutuyorsanız ancak bir bütün resimden bahsedebilirsiniz. Onda olan sizin eksik parçanızla sizin resminiz, sizde olan onun eksik parçasıyla onun resmi tamamlanır ve bu iki resim birleştirildiğinde anlatılacak tılsımlı bir hikaye ortaya çıkar.
Varlık – Yaşam – Ölüm ve Sonrası
Didem Elif – Ne kadar güzel ifade ettiniz. Kitapta dikkatimi çeken bir başka şey, parayla ilgili ya da zamanla ilgili matematiksel detaylar kullanmanız. O kadar keskinlik duygusu veren detaylar ki bunlar, sezgilerine ve akışa göre yol alan birinin netlik ihtiyacının karşılanması gibi geldi bana. Acaba iş hayatınızdan kalma bir alışkanlık mı, yoksa bilinçli başka bir niyet mi var bu sayısal betimlemelerin arkasında?
Levent Veziroğlu – Kitapta matematiğin önemine ve yaşamda doğruluğu inkar edilemeyecek bir alan olduğuna dair güçlü önermeler var. Paraya ilişkin kullandığım yöntem okuyucuyu o hesabın içerisine çekmek ve sonunda insanın parayla ilişkisini sorgulatabilmek, nitekim kitabın sonlarında buna dair yazdıklarım mevcut. Zamana dair yazdıklarım Antik Yunan’dan ve Mısır Uygarlığı’ndan günümüze kadar uzanan temel bir arayışı; varlık-yaşam-ölüm ve sonrasını temsil ediyor.
Keçi Ezgisi
Didem Elif – Kitabınızı okurken; karşılaştığım hem yaşamın içindeki, hem de satırlarınızın arasındaki keçi detayları kafamda tuhaf bir ışık çakmıştı. Sanki aksakallı bir keçi beni kendi Likya’mda bambaşka bir yere götürdü. Daha önce de belirttiğim gibi o yollarda zaman zaman kayboldum. Finalin büyüsünü kaçırmak istemem ama en sondaki keçi detayı da dikkatimi çekti. Bu topraklarda en sık rastlanan şey aslında, çok da şaşırmamak gerek elbette; ancak sizin de figür olarak keçiye yüklediğiniz bazı anlamlar varmış gibi bir hisse kapılıyorum. Ne dersiniz? Yanılıyor muyum?
Levent Veziroğlu – Keçi detayını yakalamış olmanıza sevindim. Keçi aslında tragedya’nın özüdür. Tragedya Yunanca tragoidia sözcüğünden gelir ve “keçi ezgisi” anlamındadır. Tragedya’ların içerisinde bir mücadele sonucunda yaşanılan bir kayıp vardır, ve buradaki acı içinde bulunan ortamdan soyutlanmadan ortadadır. Örneğin çocuğunu kaybeden bir annenin acısının gerçekliği sorgulanamaz bile. Diğer taraftan keçilerin hiç bir yere bağlı olmadan en sarp koşullarda yaşayabilme kabiliyetleri, mücadeleci ve vakur duruşları, gözlerindeki bilgelik de bir başka anlam yüklediğim durum.
Likya Işıklı Aşklar Ülkesi Kitabı
Didem Elif – “Büyüleyici bir sesle ve kusursuz bir Yunancayla şarkıyı söyleyip bitirdiğinde içimdeki umut bütün Likya’yı kaplayacak kadar büyümüştü. Ve öylece kaldığı yerden tekrar başladı bu sevda yolculuğu.” Başta kavuşamayan ama sonra sevdasıyla bir araya gelen bir karakterinizin cümleleri bunlar. Sohbetimizi aşka dair bir soruyla bitirmek istiyorum. Yarım kalmış aşk hikâyeleri yıllar sonra kaldığı yerden devam edebilir mi gerçekten? Ya da devam etse eskisi gibi olur mu? İki insan ayrı geçirdikleri onca zaman sonra çok farklı insanlar olarak şekillenmez mi? Hatta başka bölümde geçen yine sizin cümlelerinizden alıntı yapacağım. “Gittiğin rüzgârın seni geri getirmesini bekleme; ya rüzgâr değişmiştir ya sen, zamansa çoktan geçmiştir ikinizin üzerinden,” diyor Ramses’in torunu. Yarım kalmış aşk hikâyeleri hakkında ne söylemek istersiniz? Zaman iki aşığın üzerinden geçtiğinde, gerçekten kaldıkları yerden devam edebilmeleri mümkün müdür sizce?
Levent Veziroğlu – Bu konuda çok ahkam kesmek istemem, her aşkın her insanın kendi öz duygusunu yadsımadan bir şeyler söylemek mümkün ancak. İnsana dair hiçbir şey kaldığı yerden devam etmez. Aslında kitabın yanıt aradığı temel konularından biri “zaman”. Zamanın üzerinden geçtiği her şey bana göre form değiştirir ama aşk öyle bir şey ki o bir şekilde hep kalır bir yerlerde, kitapta Ezginin Günlüğü’nün “Aşk biter mi?” şarkısına gönderme yapılarak bu da tartışılıyor. O yarım kalan aşklar da zamanın bir fonksiyonu. O insanı yeniden bulduğunuzda geçmişe takılıp kalırsanız, geçmişte yaşamaya çalışırsanız kaldığınız yerden devam etmek mümkün değildir. Yarım kalan kitaplar, yarım kalan filmler, yarım kalan şarkılar hep en baştan tekrar başlanırsa bir anlam ifade eder. Aşkta da öyle. Yarım kalan aşkı bulduğunuzda o insana geçmişteki aşktan bağımsız yeniden aşık olabiliyorsanız belki de çok daha büyük bir şey yaşayabilirsiniz. Ama insanın en en büyük kusuru unutamamak. Ah bir unutabilsek!
Didem Elif – Likya Sohbetleri’nde, Likya Işıklı Aşklar Ülkesi kitabının yazarını ağırlamak benim için oldukça anlamlı oldu. Tam da bu köşeyi hayata geçirme amaçlarıma uyan bu özel sohbet için kendisine çok teşekkür ediyorum. Levent Veziroğlu’nun kitabın sonunda okuyucuya verdiği listeden seçtiğim, Haris Alexiou’nun Patoma adlı şarkısıyla veda etmek istiyorum. Bir başka Likya Sohbetleri’nde görüşmek üzere…
Not: Bu söyleşi 14 Nisan 2019 tarihinde Sen ve Dergisi’nde yayınlanmıştır.