Didem Elif – Baştan belirtmem gerek. Benim için oldukça tuhaf bir söyleşi olacak bu. Daha çocuk yaşlardaydım seni tanıdığımda. Ailece evlerde görüşüldüğü zamanlar bugün gibi aklımda. Doğan abi diye hitap ettiğim ressam, galerici, koleksiyoner Doğan Paksoy ile yıllar sonra söyleşi yapacağım hangimizin aklına gelirdi. 🙂 Dolayısıyla sohbetimize önce babamla birlikte çıkartmaya başladığınız ‘Türkiye’de Sanat’ Dergisi ile başlamak istiyorum. İlk olarak ‘Türkiye’de Sanat’ ve ardından ‘Gençsanat’ Dergisi’ni çıkarttınız. Uzunca yıllar ikisi beraber yürüdü. En son babamın daha fazla katkı sağlayacak gücünün kalmaması ile sen kendin Gençsanat Dergisi’ni gidebildiği yere kadar sürdürmeye devam ettin. Artık sen de bırakmak zorunda kaldın. Sanat dünyasına ciddi katkısı olmuş bu dergilerin, üstelik maddi kazanç gütmeden pek çok insanın verdiği özveri ile çıkarıldığını düşünürsek, yıllarca sürdürülmüş bir çaba söz konusu. Maalesef şimdi devam ettirmiyorsun ama toplamda kaç yıl sürdüğünün altını çizerek dergiciliğe nasıl bulaştığını, o hikayenin nasıl başladığını bize anlatır mısın?
Mevcut Piyasayı İyi Biliyor ve Tanıyordum
Doğan Paksoy – PSD (Plastik Sanatlar Derneği) olarak 1991 yılının Haziran ayında TÜYAP firması ile ‘İstanbul Sanat Fuarı’ adı altında ilk sanat fuarını gerçekleştirmiştik. Çok elit bir kitlenin katıldığı fuarın açılışı çok beğenildi ve sanata verilen değerin ne kadar çok olduğunu hep birlikte gördük. Ben de o fuar sırasında ve sonrası dedim ki kendi kendime; “bir sanat dergisi çıkarayım ve sanata, sanatçıya verilen bu değeri ülkemin her yerine taşıyayım, kitlelere ulaştırıp sanatın yaygınlaşması ve daha çok tanınmasına katkıda bulunayım.” O dönemde ülkemizde birkaç tane dergi vardı ama yeterli kalitede değildiler. Çoğu saman kâğıdına basılan dergilerdi işte. Ben öyle bir dergi çıkarmalıydım ki; gerçekten sanat dergisi olsun, sanatçıya ve sanata değer versin, onları sanatsevere iyi sunsun. Öğrenciyken yurt dışından bir dergi geldiği zaman kucağımda onunla yatardım desem yalan olmaz. Yabancı sanat dergileri bulunmazdı o zamanlar, şimdiki gibi yurt dışından getirtmek ya da gitmek bugünkü kadar kolay değildi. Ben de bizim Teşvikiye Sanat Galerisi’nin baskı işlerini en kaliteli şekilde yapan baban İbrahim İslamoğlu’na bu isteğimi anlattım. Çok destekledi düşüncemi ve “sonuna kadar yanındayım,” dedi o sayede işe başladık. Hatta ablan Ebru da üniversiteyi yeni bitirmişti ve babandan izin alarak onu da bana yardım etmesi için ikna ettim. Ebru uzun yıllar benim en büyük yardımcım oldu. İşte bu özlemle İbrahim abiyle birlikte tamamen kuşe kağıda basılı, renkli ve çok kaliteli ‘’Türkiye’de Sanat’’ adı altında inanılmaz bir dergi çıkardık -ki bir anda olay oldu sanat camiasında.- Bu dergi Türkiye’de bir çok şeyi değiştirdi. İnsanların sanata bakış açısı, sanata olan değer yargıları, sanata ve sanatçıya olan saygı değişti. Ve bu dergiden sonra bir çok dergi kendilerini düzeltme ihtiyacı duydular. Ben Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olduğum için olaylara farklı bir gözle bakıyor, sanatın ve sanatçının ihtiyaçlarını çok iyi biliyordum. Her şeyden önce tüm sanat camiasını, mevcut piyasayı çok iyi biliyor ve tanıyordum. Bilen ve işin mutfağından gelen biri her şeyi daha iyi yapar kanısındayım.
Sonra 1994 yılı oldu, o zaman da tek tabancayız. Bizi zorlayabilecek bir rakip yok. “Kendimize bir rakip çıkaralım,” dedim ve İbrahim abiye bu fikrimi anlattım, ona da “tamam,” dedi. Onun ileri görüşlülüğü bana çok fayda sağladı ve işleri hep kolaylaştırdı. O dönemde genç sanatçılar çok hızla gelişiyorlardı ve piyasada önemli roller oynuyorlardı. Diğer dergiden ayrı bir şey olsun istedim ve hem gençlere hitap etmek, hem de sanatın güncelliğini ve yaşayanını göz önüne alarak adını ‘Gençsanat’ koyduk ve yayınladık. Kendimize rakip olan ikinci bir sanat dergisi yani. Bir anda Gençsanat da gündem oldu sanat camiasında. Bu iki dergi ile sürdürülebilirliğin son derece zor ve meşakkatli olduğu bir kültür sanat ortamında 25 yılı geride bıraktık. Sanat dergiciliği alanında bu denli uzun soluklu bir bellek yaratmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum. Geride kalan bu uzun serüvende hem ülkemizdeki hem de dünyadaki sanat gündeminin nabzını tuttuk ve raflar dolusu bir arşiv oluştu. Gençsanat ortaya çıktığı 1994 yılından bu yana sadece sanat alanındaki gelişmelere tanıklık etmekle ve onlara yön vermekle kalmadı, aynı zamanda bu süreç içinde kendisi de hem içerik hem de tasarım olarak sürekli değişti, yenilendi. Her sene onlarca sanat yazarının birbirinden değerli yazılarına ve onlarca sanat profesyonelinin düşündürücü görüşlerine yer veren, sayısız sergiyi ve sanat haberinin belleğini tutan dergi, Türkiye’de sanat yazını, haberciliği ve eleştirisine görsel farklılığıyla birlikte değer kattı. Büyük bir inat ve özveriyle çıkardığımız ‘Gençsanat’ ve ‘Türkiye’de Sanat’ dergileri sanat ortamı ve yayıncılığında, önemli bir mihenk taşı oldular.
Mutlaka Bir Gün Yapacaktım Dergi İşini
Didem Elif – Bu dergi işi belki sohbet esnasında konuşulmuş ama hiçbir zaman hayata geçmemiş bir hayal olarak da kalabilirdi. Oysa böyle bir işe kalkışmanız sonucunda sanata ilgisi olan ya da belki hiç alakası olmayan pek çok insana dokundun. Eminim çokça iyi çokça da kötü anılarla dolu bu yolculuk. Her ne olursa olsun dokunduğun o insanlar üzerinde bir katkın olduğunu düşünüyorum. En azından ben bile, dergi için hiç çalışmamış olduğum halde hayatının seyri etkilenmiş o insanlardan sadece biriyim. Senin vesilen ile çok değerli insanlarla tanışma şansım olduğunu söyleyebilirim. Örneğin rahmetli Sezer Tansuğ. Dergiyi sahibi olduğun Teşvikiye Sanat Galerisi‘nde yönettiğin için, birbirinden yaratıcı insanlar kendiliğinden bu galeri ortamında bir araya gelirdi. Belki şu an seninle ilişkisi devam etmeyen ama galeride tanışıp da hala görüşmeye devam edenler bile vardır. Öğrencilik sonrası senin yanında işe başlamış sonra işinde çok iyi yere gelmiş isimler biliyorum. Gerçi bu o kişinin başarısı elbette ama böyle yetenekli insanlara alan açarak fırsat vermiş oldun sonuçta. Basılı bir sanat dergisinin ulaştığı ve iç dünyasına dokunduğu hiç tanışmadığın insanlarsa işin görünmeyen bambaşka bir boyutu. Sırf bunun için bile dergi çıkarma konusunda verdiğin emek takdire şayan diye düşünüyorum. İşini aşkla yapmasan sürdüremezdin bu işi sanırım yanılıyor muyum? Neticede maddi manevi senden götürdüğü mutlaka çok şey vardır. Belki başkalarına ilham vermesi için de soruyorum; dergi çıkartmayı sürdürme isteğindeki, sende itici güç yaratan temel faktörler neydi?
Doğan Paksoy – Dışarıdan bakacak olursak belki haklısın ama benim zaten hayalimdi. Mutlaka bir gün yapacaktım dergi işini. Öncelikle sanatçı olduğum için basın tarafından sanatçıya verilmeyen değeri çok iyi görüyordum zaten. Onlar tanıdıklarına, yakınının yakınına, âmâ ressam, çivi ressamı, çıplak ressam, çoban ressam vs. gibi kendilerine reyting sağlayacak işlere daha çok ilgi gösteriyorlardı. Şimdi öyle mi? Tabii ki bizler sayesinde değil. Çünkü onlara bile sanatın ne kadar değerli olduğunu gösterdik yaptığımız işlerle. Dergiler, sanat fuarları, kitaplar, büyük sergiler hatta açılan yeni müzeler sayesinde işin ciddiyetini öğrenmek zorunda kaldılar. Hepsi değil tabii ki hala cahil olanları mevcut. İşte benim şansım İbrahim abinin ileri görüşlü olması ve sanat sevgisinin yoğunluğuydu. Bizden kendisi için bir çok resim satın almıştı zaten ve bu da onu iyi tarif ediyor sanırım.
Sanat dergiciliğinin ne belalı bir iş olduğu bilinir, abonelerin yetersizliği, satış ve dağıtım zorlukları, dergiyi yaşatacak finans kaynakları, reklam almak vs. gibi sorunların yanı sıra içeriği oluşturacak yazar ve yazıyı bulmak, zamanında dergiyi piyasaya sürmek, grafik tasarım, içerik, kapak konusu, biçimi gibi bir sürü şey genelde bu işi gönüllü yapacak bir ekip yok ise daha da zordur.
Teşvikiye Sanat Galerisi Bir Okul Gibiydi
Bu zaman zarfında çok kişiyi piyasaya kazandırdığımı düşünüyorum. Bizim orası bir ekol, hatta bir okul gibiydi. Senin de dediğin gibi her an önemli bir yazar, koleksiyoner veya sanatçıyla karşılaşabiliyor, onlarla sohbet etme şansını yakalıyorlardı. Bu onlara gelecekte hep artı puan olarak yansıyacaktı. Bahsettiğim arkadaşların arasında şimdi çok iyi sanatçılar, yazarlar, eleştirmenler ve sanat insanları var. Örneğin Levent Çalıkoğlu şu an ‘İstanbul Modern’ müzesinin başında. Oğuz Erten ‘Bozlu Art’ın başında. Nilgün Yüksel, Mehmet Üstünipek, Burcu Yamansavaşçılar, Seda Yörüker, Eda Sezgin, Elif Dastarlı, Kubilay Akman, Lütfiye Bozdağ, Nusret Polat hepsi çok iyi yazar ve eleştirmen oldular. Gençsanat’ın 25 yıl gibi uzun süreli yaşamasında bu arkadaşların rolü çok büyük. Bunların yanı sıra grafik tasarımcılarda Sezgin Cerrahoğlu, Orhan Deliorman, Mustafa Horasan, Savaş Çekiç, Ayşe Tuğ, Seza Anet vb. tabii ki çok büyük katkı sağladılar. Yazarları zaten saymakla bitmez. Başlangıçta tabii ki rahmetli Sezer Tansuğ’un çok katkıları oldu. Turgay Gönenç, Mehmet Ergüven, Kıymet Giray, Kaya Özsezgin, Ahmet Köksal, Zeynep Yasa Yaman, Kemal İskender, Haşim Nur Gürel, Ekrem Kahraman, Abdülkadir Günyaz, Ayla Ersoy, Ahmet Kamil Gören, Mehmet Ali Müstecaplıoğlu vb. gibi çok sayıda isim. Son zamanlarda daha çok genç yazarlara yer verdiğimiz için isimler buraya sığmaz.
Hem yazar/eleştirmenler, hem de sanatçılar olarak çok önemli arkadaşlarla birlikte çok güzel ve önemli işler paylaştık. Aslında bir çoğunu ben keşfettim diyebilirim ve hepsiyle de gurur duyuyorum. Ama onların da hiç biri boş değildi ve önleri açıktı. Ben sadece yollarının açılmasında bir araç oldum.
Bütün bu isimleri seçerken sanata olan sevgi ve ilgilerini ön planda tuttum. O yüzden de 25 yıl gibi önemli bir zamanda hep bir numara oldu dergilerimiz onların sayesinde. Her işi aşkla yapmak seni hep artıyla başlatır yapacağın işe. Ben bu aşkı çalıştığım hepsinde gördüm ve onların bu tutkusu bana hep yaptığım işi doğru yaptığımı hatırlattı. Bu zaman zarfında birlikte çalıştığımız ve bize büyük katkılar sağlayan bütün bu insanlara şükran borçluyum ve hepsine sonsuz teşekkürler ediyorum.
Devlet Desteği Hiç Görmedik
Didem Elif – Hep dergi üzerinden gidiyorum ama özellikle ilk çıktığında gerçekten sanat camiasında ciddi fark yarattı diye düşünüyorum ben de. O dönem hatırladığım dergiler arasında Milliyet Sanat ve Sanat Çevresi var. ‘Türkiye’de Sanat’ doksanlı yıllarda iki ayda bir çıkan baskı kalitesiyle her zaman insanın saklamak isteyeceği türden bir dergiydi. Kültür Bakanlığı sanat adına yapılan bu işe hiç destek verdi mi merak ettim doğrusu. Kütüphanelere ulaştı mı dergi onların vesilesiyle mesela? Ya da şu beni çok destekledi ve önümü açtı dediğin bir kurum ya da birileri oldu mu?
Doğan Paksoy – Evet çok güzel ve önemli bir soru bu. Milliyet Sanat ve Sanat Çevresi dergilerinin yanısıra; Artist, Skala, Argos, Sanat Olayı, Gösteri gibi dergiler de vardı. Daha sonra Anons ve RH Sanat çıkmaya başladı. Sanat Çevresi, Artist, Skala, Argos, Sanat Olayı, Gösteri ve Anons kapandılar. RH Sanat ise rahmetli Tevfik İhtiyar’ın vefatından sonra yaşayabilecek mi göreceğiz. Bunların bir kısmının arkasında büyük kurumlar vardı. Eğer o destekler olmasaydı onlar da hala yaşamıyor olacaklardı. Devlet desteği biz hiç görmedik. Reklam desteği de fazla görmedik. Galeriler ve sanatçılar kendi mesleklerine yönelik bir dergiyi maalesef bir kaçı dışında desteklemediler, sahip çıkmadılar. Kültür Bakanlığı’nın da keza hiç desteğini görmedik maalesef. Türkiye’de Sanat dergisini bir ara Kütüphaneler Genel Müdürlüğü alıyordu ama posta parası derginin maliyetinden daha fazla olduğu için devam edemedik. Çünkü her kütüphaneye iadeli taahhütlü göndermemizi istiyorlardı. Dergi 7-8 TL’na mal oluyor, 5 TL’sına satıyorduk. Posta masrafı ise 8-9 TL’sı idi. Toplu paket olarak yollamamızı da istemediler. Yani sıfır destek. Bu zaman zarfında tabii ki bazı kurumlar ve galeriler destek sağlıyordu. Bunların başında MUDO var, İş Bankası, Akbank var. Ayyıldız Mayo uzun bir süre destekledi, Puhu Sanat destekledi. Galeri Artist, Dirimart, Galeri Baraz, Teşvikiye Sanat Galerisi de daha çok destek olanlardan. Hala reklam verip borçlarını ödemeyen o kadar çok galeri, kişi ve kurum var ki isimlerini saysam siz utanırsınız. Müzelere zaten ücretsiz ilan koyuyorduk. Bir çok sanatçıya hediye ilan koyarak da destek olmaya çalıştık. Okullara, öğretmenlere, gençlere yüzlerce ücretsiz abone yaptık.
Didem Elif – Galericilik dergicilikten önce geliyor aslında. Yine İstanbul’un en önemli galerilerinden biri oldu yıllarca Teşvikiye Sanat Galerisi. Peki galericiliğe nasıl başladın? Ve de neden? Sonuçta her şeyden önce bir ressamsın. Sanki yine ressam olan abin Şahin Paksoy ile başladı bu hikaye gibi kalmış aklımda. O süreci paylaşabilir misin?
Sanat Sevgisi İnsana Yol Gösteriyor
Doğan Paksoy – 1977 yılında ağabeyim Şahin Paksoy’un açtığı Topağacı’nda bir sanat dükkanımız vardı, orada antika ve resimler sergiliyor, alıp satıyorduk. Sonra 1979’da Abdi İpekçi Caddesi’ndeki yerimize taşındık. Bir müddet sonra orayı sanat galerisine çevirdik. 1984 yılında Teşvikiye Sanat Galerisi’ni kurduk ama ilk sergimizi 1985 Ocak ayında açtık. O dönemde gerçekten sanata insanlar çok fazla ilgiliydi ve sanat çok hızlı gelişmekteydi. Önceleri Türk resim sanatının büyük ustalarının yer aldığı konulu resim sergileri düzenledik. Yer yerinden oynuyordu açtığımız sergilerden dolayı. Bir iki yıl sonra baktık ki olmuyor daha fazla hizmet yapmak, genç sanatçıları ortaya çıkarmak ve onları tanıtmak lazım diye düşündük. Biz de bunun için galerinin üst katı boşalınca orayı da tutarak yerimizi büyüttük. Şu anda da Abdi İpekçi Türkiye’nin en önemli caddelerinden biri. Akabinde o dönem hiç kimsenin dönüp bakmadığı genç ressamlarla sergiler düzenlemeye başladık. Her açtığımız sergide bütün resimler satılıyordu. Efsane olduk bir anda. Başarı daha çok başarıyı ve daha çok insanı getirdi. Daha çok insan daha çok kitleyi oraya çekti. Yeni koleksiyonerler yarattık, onlara sanatın önemini ve yatırımın faydasını anlattık. Bütün bunlar hep birbiriyle bağlantılı gelişti aslında.
Bu bağlamda gençlere ilk değer veren ben ve ağabeyim Şahin Paksoy’dur. Biz öğrenciyken bir galeriye gidip gezmeye çekinirdik “acaba kızarlar mı?” diye. Genç sanatçı olgusu diye bir şey yoktu o zaman. Şu anda herkesin diline pelesenk olan ‘genç sanatçı’ ibaresi bizim galerimizle ve bizim dönem arkadaşlarımızla ortaya çıktı. Şu anda piyasada olan o kadar çok sanatçı var ki, bunların çoğu Teşvikiye Sanat Galerisi’nden geçmişlerdir. Bütün o genç yetenekler Teşvikiye ekolünden çıkmışlardır ve bunları önceden görebilmek, keşfedebilmek çok önemli. İleriyi görebilmek çok önemli. Bu da bizim işin temelinde olmamızdan kaynaklanıyor. Ben üniversitede öğrenciyken İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi Beşiktaş’ta idi, Türkiye’nin en büyük müzesi, şimdi Tophane’de; yeni binasının açılışını bekliyoruz. Arkadaşlarımın hiç gitmediği müzeye ben haftada iki üç kere giderdim. Resimlere bakardım, dokunurdum, notlar yazardım, hala o notlarım durur. Örneğin “İbrahim Çallı bunu nasıl yapmış? Niye bu rengi sürmüş? Nazmi Ziya ışığı nasıl kullanmış?, Namık İsmail boyayı nasıl sürmüş?” gibi yüzlerce soru sorar ve notlarımı alırdım. Bu birikimler beni herkesin danışmak üzere tercih ettiği bir insan yaptı sonuçta. Aslında sanat sevgisi her şeyin önünde sana güzel bir yol gösteriyor. Tabii ki o yolu iyi süzebilirsen.
Ondan Öğrendiğimiz Her Şey Birbirimize Olan Sevgi ve Saygının Temelidir
Didem Elif – Ailecek sanata karşı özel yeteneği olan insanlarsınız. Kardeşlerin Gönül Paksoy ve Şahin Paksoy’la da söyleşi yapacağız önümüzdeki günlerde inşallah. Hatta Gönül Paksoy ile Teşvikiye’de bulunan mağazasında ben İstanbul’dayken Likya Sohbeti yapmak için yüz yüze görüştük ama yapacağımız o söyleşi korona virüsünden dolayı ertelenmek durumunda kaldı. Burada o yüzden onlar ile ilgili kısımlara çok girmeyeceğim ama ilerde sizlerle yaptığım bu sohbetler bir araya geldiğinde, bütün konuşmalarımızın birileri için bir anlamı olabileceğini düşünüyorum. Her şeyden önce sıkı ve birbirinizi her anlamda destekleyen bir aile ilişkiniz olduğunu biliyorum. Sen küçüklerisin ama onlara farklı bir saygın olduğunu duruşundan ya da bakışından bile hep hissetmişimdir. Senin sanat yolculuğundaki yerlerinden biraz bahseder misin? Ya da belki ismen bilmediğimiz ama senin üzerinde daha büyük etkisi olmuş bir isim var mı aile içinde onu da merak ediyorum aslında.
Doğan Paksoy – Aslında yetenek ve ruh genlerde saklı sanki. Bizim büyük dedemiz Fetullah Musuli Hazretleri devrin en önemli Sanat Tarihi, Astronomi ve Matematik bilgini. Fethullah Musulî Hazretleri, Peygamber Efendimiz’in soyundan olup, Seyyit’tir. Urfa valisi Ali Paşa‘nın damadı olan Darende’li Hüseyin Paşa‘nın ricasıyla Darende’ye yerleşen Fethullah Musulî Hazretleri‘nin yazdığı iki yüz kadar eserinden elli kadarı Darende Mehmed Paşa Halk Kütüphanesi‘nde el yazması olarak bulunmakta. Darende’li Hüseyin Paşa onu Musul’dan getirterek ‘Larinde’ diye adlandırılan bu bölgede halkı eğitmesini istemiş. Larinde; Malatya, Kayseri ve etrafını içerisine alan bölgenin adı. Güzel belde demekmiş. Onun oğlu Ahmet Darendevi de çok önemli sanat tarihi bilgini. Onun torunlarından olan babam Mesrur Paksoy küçük yaşlarda Adana/Ceyhan’a gelmiş ve orada yaşamış. Büyük bir çiftçi ve tüccar olduğu kadar sanatın farklı yönleriyle de ilgili biri olduğunu söylerdi annem. Aynı zamanda politikacıydı. Hatta Yaşar Kemal babamın çiftliğinde katip olarak çalışmış uzun süre. Babam onu karşısına alır birlikte şiirler okurlarmış. Bunu bana bizzat Yaşar Kemal’in kendisi anlattı. Biz küçükken annem Sehernaz Paksoy da bizim resimlerimize yardım ederdi. Bütün bunlar senin sorduğun soruya cevabın bir başlangıcı aslında. Yani yetenek genlerden miras bize. Saygıya gelince o olmazsa olmazımız. Biz çok küçükken babamızı kaybettik. Annem bize hem annelik, hem babalık, hem de öğretmenlik yaptı. Hepimizi mükemmel yetiştirdi. Ondan öğrendiğimiz her şey şu anki birbirimize olan sevgi ve saygının temelidir. Ben ablam Gönül Paksoy’u ve ağabeyim Şahin Paksoy’u görmediğim gün kendimi eksik hissediyorum. Bu iki isim, önce ablam ve sonra ağabeyim benim yol göstericim oldular. Üniversiteye geldikten sonra ne öğrendiysem ağabeyimden öğrenmişimdir ve onun bana gösterdiği yoldan yürümüşümdür. Bu başarımı her ikisine de borçluyum. Tabii ki Adana’daki kardeşlerimle de büyük bir bağımız var. Haftada en az iki üç kere konuşur, özlem gideririz.
Kendime Ait Yarattığım Bir Dünyam Var
Didem Elif – Şimdilerde sosyal medyada eskisinden farklı ve yoğun olarak dikkatimi çeken bir şey var. Yaptığın eski resimlerini paylaşıyorsun. Doğrusu ben keyif alıyorum resimlerini görmekten. Hele geçenlerde paylaştığın Atina sergisinden olan bir işine bayıldım. Genelde sanat eseri üreten insanların ego duygusu yüksek olur. Benim yıllarca gözlemlediğim kadarıyla illa resmin ile öne çıkacak bir yaşantı sergilemedin. Hatta galericilik, sanat fuarcılığı, dergicilik sanki daha önceliğinde oldu. Hatırladığım kadarıyla dernek başkanlığı da var. Bütün bunların da bedellerini belki kimi zaman çok da ağır ödedin diye düşünüyorum. Şu an olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Herkes korona günlerinde farklı bir içsel yolculuk yaşıyor. Geçmiş ve geleceğin bir anlamda durduğu bu zaman diliminde senin içinde nasıl bir duygu var? Şunu farklı yapsaydım diyor musun örneğin? Yoksa evet yine tüm bunların aynısını yapardım mı diyorsun?
Doğan Paksoy – Elif’çiğim beni çok iyi gözlemlemişsin gerçekten. Aynen dediğin gibi; kendimi, kendimle ilgili bir işte hiç bir zaman ön plana çıkartmadım. Bütün bu işleri kendi reklamım olsun diye de yapmadım. Yaklaşık 15 senedir Türkiye’de kişisel sergi açmadım. Yurt dışında daha çok sergiledim resimlerimi. Amerika, Kanada, Almanya, İsveç, İspanya, Belçika ve Yunanistan gibi ülkelerde çok güzel sergiler yaptım. Senin bahsettiğin Atina sergisi için önceden iki kere Atina’ya gittim ve orada incelemeler yaptım. Onlar neye değer veriyor, sanata nasıl bakıyorlar vs. gibi. İşte o ‘Acropolis’te Gece’ isimli tablo da, oradaki gözlemlerimden ortaya çıktı. Bütün resimleri o sergiye özel düşünerek yaptım. Zaten yaptığım işler bana hiç yabancı değildi, çünkü kültürel olarak çok benzer iki milletiz. Aynı manzaraları ülkemizde de her zaman her yerde görüyoruz.
Evet resmim ile öne çıkacak bir yaşantı sergilemedim. Galericilik, Sanat Fuarcılığı, dergi yayıncılığı, Sanat Galericileri Derneği Başkanlığı, eğitimcilik, müzecilik, koleksiyonerlik, eksperlik daha önceliğim oldu hep. “Bütün bunların da bedellerini belki kimi zaman çok da ağır ödedin diye düşünüyorum,” sözüne sonuna kadar katılıyorum. Bu yolculuk çok uzundu ve devam da ediyor. Sanıyorum yine aynı şekilde düşünüyorum. Kendimden çok ülkemde sanatın ve sanatçının gelişimine, kitlelere ulaşmasına zaman harcamaya devam ediyorum. Yayımladığımız iki dergide de hiç para kazanmadık, çünkü hem baban hem de ben para için yapmadık bu işi.
Daha önceleri yaptığım resimleri son günlerde sosyal medyada paylaşıyorum evet, ama sadece uzun zamandır sergi açmadığım için belleklerde yer alsın istiyorum. Kendime ait yarattığım bir dünyam var ve bu dünya bana hep daha yeniyi ve geleceği hatırlatıyor. Ben bu yarattığım dünyayı sürekli yenileyemezsem, mesajlarımı iletmek istediğim insanları düşünemezsem onlarla iletişimde zorluk çekerim. Bu yenilikleri uygulayamazsam resimlerim de aynı kalır, gelişmez ve bitmez.
Müze Projem, Hayalim Var
Didem Elif – İçinde olduğumuz karantina döneminde sanat yapanlar maddi anlamda oldukça olumsuz etkileniyor. Ne bileyim ressamlar için örneğin sergi açma imkanı yok, eserlerini satma ihtimali çok azalıyor olmalı gibi durumlar söz konusu. Diğer yandan da sanatçının eve kapanmakla ilgili bir sıkıntı yaşamayacağını hatta onun için üretme fırsatı doğacağından süreci en iyi yönetebilecek kesim olduğunu düşünüyorum. Bu konuda neler söylemek istersin?
Doğan Paksoy – Tüm sanatçıların daha çok ürettiğine eminim. Çoğu bütün zamanlarını bir şeyler üretmeye ayırdılar bu günlerde. Umarım karantina dönemi onlara karamsarlık getirmemiştir. Örneğin ben yaklaşık 2,5 aydır devamlı çalıştım. Okul zamanı dahil hiç bu kadar yoğun resim çalışmamıştım doğrusu. İyi bir şeyler çıkacak mı hep beraber göreceğiz. Bu arada bir çok galeri sanal sergiler düzenliyor internette. Mezat şirketleri online mezatlar düzenliyorlar. Sanat insanları internet üzerinden konuşmalar gerçekleştiriyorlar, ortamı sıcak tutmaya devam ediyorlar.
Didem Elif – Şu an gelecek için planlar yapmak güç elbette ama senin bundan sonrası için planladığın herhangi bir şey var mı?
Doğan Paksoy – İnsanlar hayal kurdukları sürece o hayallerini gerçekleştirmek için uğraşırlar. Bütün bu konuştuklarımızın yanı sıra benim çok önemli müze projem, hayalim var. Adana’da açmayı planladığımız ‘Adana Çağdaş Sanat Müzesi’ projesi. Bayağı da ilerlemiştik çalışmalarda ama bize destek veren Adana Büyükşehir Belediye Başkanı yeni seçimi kaybedince proje şimdilik durdu. Proje şu an yeni başkanla görüşme aşamasında. Ayrıca çok uzun yıllardır sergi yapmadığım için büyük bir sergi açma planım ve yanında da büyük bir kitap yayınlamak isteğim var. İstanbul’da maalesef büyük bir sergi alanı yok. Önümüzdeki zamanda bu öncelikli bir düşüncem. Yine sanal bir sanat fuarı (ARTİSTANBUL) projesini de Sanat Galericileri Derneği olarak hazırlıyoruz.
Ayrıca Türk klasik dönem sanatının çok önemli sanatçılarına yönelik gerçekleştirmek istediğim sergi ve kitap projelerinin sanata değer veren bazı kişi ve kurumlar tarafından destek görmesini de büyük bir umutla bekliyorum. Üzerinde uzun zamandır çalıştığım ve bu sene artık biter dediğim bazı önemli kitap projeleri Fahri Kaptan, İzzet Ziya ve Melek Celal Sofu kitaplarını piyasaya çıkarmak istiyorum. Fahri Kaptan kitabını Ahmet Kamil Gören yazdı. Melek Celal Sofu kitabı da özel bir müzede sergi ile birlikte düşündüğümüz projesini henüz son haline getirmedik.
Günümüzde sanat, bir meta olarak çok fazla sansasyonel ticaretle eşdeğer hale geldi. Ancak gelecekte bilgi üretiminin ve buna değer veren kurum ve kuruluşların daha da artacağını sezmek mümkün. Kültürel çalışmalara daha fazla ağırlık vermemiz gerekiyor. Sadece sergi ile ya da fuarla olacak bir iş değil kültür sanat. En büyük korkum gelecekte müzelerin ve koleksiyonların çöplüğe dönüşecek olması. Bunu nasıl engelleriz üzerinde hep birlikte kafa yormamız lazım. Kültür üretimi tüketimini de beraberinde getiriyor. Sanatı, kültürü ve düşüncesini anladığımız zaman gerçekten de önümüzdeki süreç bizim sanatımızı ön plana çıkaracaktır. Türkiye’de sanatçının kafası ise çok karışık, Batı Doğu sorunundan hala çıkabilmiş değiller. Her şeyden önce sanatçılarımız ithal işler yapmaktan vazgeçmeliler diye düşünüyorum. Biz önce hangi tarafta olacağımıza karar vermeliyiz. Doğulu olmak istemiyoruz, batıda kabul görmüyoruz. Tam ikisinin ortasında kendimiz olsak en doğrusu aslında…
Didem Elif – Doğan abi bu samimi sohbet için çok teşekkür ediyorum. Zamanda yolculuk yaptım bu vesileyle resmen. Sanata katkı sağlayan herkesin yolunun açık olmasını diliyorum.