Didem Elif – Dünyada kötü şeyler oluyor. Hem de istisnasız her gün. Hayvanlara, çocuklara sapıkça, vahşice şeyler yapılıyor. Daha yeni Madımak olayının seneyi devriyesi oldu. Alnımızdan silinmeyecek kara bir leke Madımak. Sözü toparlamak gerekirse öfkeyi ortaya kusarak geçici vicdan rahatlığı sağlamak yerine sorumluluk alıp onu sanata kusan sizin gibi insanların varlığı beni çok mutlu ediyor. Çünkü yanan ateşe körükle gidip dünyadaki öfkeyi çoğaltmak yerine şarkı yapıyorsunuz. Ben bunu çok kıymetli buluyorum. Üstelik şarkılarınızın bir dili var. O dil barışı, sevgiyi ve yaşama dair güzellikleri anlatıyor. Siz zaten kendiniz de “Yaşamı paylaştığım aileme, dostlarıma, çocuklara, aşklara, umuda, hayatta olmaya karşılık teşekkürdür şarkılarım…” diyorsunuz. Buna tekrar geleceğim ama önce müzik yolculuğunuzun nasıl başladığını bizimle paylaşır mısınız?
Banu Kanıbelli – Öncelikle çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Böyle görüyorsanız ne mutlu bana… Müzik yolculuğum, benim de müzikle uğraşan ya da seven pek çok insan gibi doğduğum evin içini dolduran müzikle başladı. Bunun nedeni sevgili babamdı kuşkusuz. Küçük yaşlardan başlayarak, birlikte müzik dinlediğimiz, konuştuğumuz, çaldığımız özel zamanlarımız vardı. 12 yaşlarında eve bir duvar piyanosunun geldi ve evdeki müzik yaşantısı boyut değiştirdi, zenginleşti. Hemen ardından sahneye giren gitar ise beni elimden tuttuğu gibi, evden dışarı okuldaki arkadaşlarımın arasına sürükledi. Gitarımın eşliğinde büyüdüm diyebilirim. Üniversite yıllarında, okumak ve İstanbul’da yaşamak adına müzik yaparak kendi ihtiyaçlarımı karşılar olmuştum. Ve böylece, yerler insanları, insanlar hayatı karşıma çıkardıkça müzik yolculuğum seyrine devam etti…
Duyguları Müzikle Farklı Bir Boyutta Yaşıyorum
Didem Elif – Erken yaşlarda bu kadar müzikle yoğrulup onun hayatınıza şekil vermesi, müzikle uğraşmanız pek doğal. Ama şarkı yazmak başka bir dünya. Nasıl araladınız o dünyanın perdesini?
Banu Kanıbelli – Müziğin bir dil olduğunu söyleyebiliriz, öyle değil mi? Ayrıcalıksız hepimiz için, içine doğduğumuz coğrafyanın ve kültürün renkleriyle, gelenekleriyle bezenmiş bir dil. Dillerin dünyaları oluşturduğu gibi müzik de dünyasını kurar çevremize. Kimimiz bu dünya içinde sadece dinleriz, kimimiz icra eder, yorumlarız, kimimiz yazarız, kimimiz de birkaçını bir arada yaparız. Müzik yazmak tercih ise bunun nedenlerinden biri kişilik özelliği olsa gerek. Tıpkı sizin o güzel blog yazılarınızda yaptığınız gibi. Sadece okur sever olmak da bir tercih. Ama siz okumayı sevmekle birlikte yazıyorsunuz da. Hatta tahmin ediyorum ki yazarken daha kolay düşünüyor, yaşadıklarınızı yazarak yorumluyor ve bir anlamda karşılık veriyorsunuz. Ve bir taraftan da üretiyorsunuz. Muhtemelen üretmeden de duramıyorsunuz, yazıyla ya da el işleriyleJ Müzikte benim yaptığım da buna çok benzer. Kişiliklerimiz, yatkınlıklarımız, kişisel tercihlerimizi bize bunları yaptırıyor! Ben de müzikle yazıdan biraz daha farklı bir boyutta duyguları yaşıyorum, şarkı sözlerini yazarken düşünüyorum ve yeni bir şarkı formunda üretmiş oluyorum.
Didem Elif – Evet tam da böyle oluyor. Ne kadar haklısınız. Şarkılarınızın sözlerinden belli ki anlatmak istediğiniz şeyler var ve müzik aracılığıyla onlar bir yerlere ulaşsın istiyorsunuz. Bir Şarkı Bunu Yapar adlı şarkınız aslında her şeyi anlatıyor ama bu konuda ne söylemek istersiniz?
Doğru Kişiyi Yakalasın
Banu Kanıbelli – Müzik yazarı sevgili Kadri Karahan’ın tam da sizin sorunuzla ilgili şöyle bir yorumu olmuştu şarkılarım içim:
“Öyle hissettiriyor ki koşsun istemiyorsunuz şarkılar bir yere, sadece doğru kişiyi yakalasın istiyor sanki ve onda çok şey olsun.”
Şarkıların bir yere koşmasını istemediğim çok doğruJ Yürüsün kendi doğal hızında ve dokunsun birilerine. Ama kime? Biz insanlar birbirimizden ne kadar ayrışsak da, ortak paylaştığımız alanlar olduğunu düşünürüm. Aşk bunlardan bir tanesi. Ölüm, yokluklar, yoksunluklar zıt uçta diğerleri… Bu alanlarda bulunmak, kendi sınırımızın dışında olmaktır bir bakıma. Tüm insanlığa ortak bu duyguları, yani bir başkasını anlamanın mümkün olmasıdır aynı zamanda. Ben de zaten bir şarkıyı yazıyorsam, artık kendi içimde kalamıyorumdur, o alana çıkmışımdır, oradan besleniyor ve onunla ilgili yazıyorumdur. Buradaki niyetim de o şarkının, dinleyen her kimse onun yanında durup ona dokunması, onu avutması, onda yeniden vücut bulması olabilir.
Didem Elif – Az önce bahsettiğim “Yaşamı paylaştığım aileme, dostlarıma, çocuklara, aşklara, umuda, hayatta olmaya karşılık teşekkürdür şarkılarım…” sözünüz benim içimde acayip yer buldu. Hayatta ne yaşarsak yaşayalım bir teşekkürümüzün olacağı bir kazanımımız mutlaka vardır diye düşünürüm. Ama böyle bakamadığım, umutsuzluğa kapıldığım, negatif duyguları büyüttüğüm dönemler de oluyor. Şarkılarınızın bu kadar pozitif bir dili varken merak ediyorum, Banu Kanıbelli’nin varoluş hikayesinde karamsarlığa kapıldığı, depresif hissettiği anlar oluyor mu? Oluyorsa insanlara ilham vermesi açısından bu karamsar ruh halinden nasıl çıkıyorsunuz?
Geçip Gitmesine İzin Vermeye Çalışıyorum
Banu Kanıbelli – Olmaz mı? Kesinlikle oluyor. Ama bu sorunuzu Viktor Frank’ın eşsiz kitabı “İnsanın Anlam Arayışı” kitabını önererek yanıtlamak isterim. Viktor Frankl’ın Nazi Toplama kampında geçirdiği 3 yılını anlatır bu kitabında. Hayatta kalma şansı %5 tir ve hayatta kalmıştır. Frankl, eğer insanlığın gördüğü en büyük zulümlerden birine karşı hayatta kalabildiyse, teslim olmadıysa ki ölümlerin nedenlerinden biri umutsuzluktur, bunun nedenini kitabında şöyle özetler. “Sahip olduklarımız elimizden ne kadar alınmış olursa olsun, ne düşüneceğimiz ve nasıl bir tutum benimseyip, nasıl davranacağımızı seçme konusundaki özgürlüğümüz sınırsızdır”. Ben de böyle yapmaya çalışıyorum. Olumsuz durumlarda küçücük bile olsa yapıcı ve bana anlamlı gelen davranış ne olabilir onu aramaya koyuluyorum. İnsanız, bazen olumsuz duyguların altından kalkmak daha zor gelir insana. Böyle zamanlarda ise bu duygu ağırlığının geçici olduğunu kendime hatırlatıp, böyle zamanlarda önemli kararlar almayıp, geçip gitmesine izin vermeye çalışıyorum. Yanlış anlaşılmasın, çalışıyorumJ…
Didem Elif – Daha önce Likya Sohbetleri köşemizde Renan Tan Tavukçuoğlu ile yaptığımız şöyleşide, çocuklar adına çok anlamlı olan Puduhepa projesi için yaptığınız şarkınızı paylaşmıştım okurlarımızla. Aynı zamanda çocuklar için yaptığınız Başka Dünya Yok ve Kar’A adında iki albümünüz var. Kızım iki buçuk yaşında. Bir anne olarak bayılıyorum çocuklar için verilmiş her türlü katkıya. Bu hafta özellikle çocuklarla ilgili canımızı çok acıtan vahşet hikayelerinin içinden geçiyoruz. Toplum genelinde korkunç tepkiler görülüyor. Şarkılarınızın hep bir mesajı olduğu; Psikoloji, Felsefe eğitimleri almış ve aynı zamanda Eğitim Psikoloğu olduğunuz için özellikle size sormak istiyorum. Çocuklarını kötülükten korumak isteyen büyüklere bu konuyla ilgili ne söylemek istersiniz?
Banu Kanıbelli – Çok üzülüyor ve korkuyoruz doğal olarak ve biz anne babalar için işin en zor tarafı korkumuzu çocuklara yansıtmamak olsa gerek. Bir diğer zorluk da önlemler alıp korumaya çalışırken aşırıya kaçmamak. Konu taciz olunca, mümkün olduğunca korkuyu bir kenara koyarak, çocuğumuzla şunların sohbetini yapabiliriz: bedenlerimiz bize aittir, bir başkasının izin almadan ona dokunmaması gerekir, böyle bir durumda rahatlıkla hayır diyebiliriz. Ailemizle, arkadaşlarımızla aramızda iyi sır vardır ve bu güzel bir şeydir ama utandıran, kendimizi kötü hissettiren sırlara hayır diyebiliriz. Bazen kafamız karışabilir ve bu çok doğaldır, böyle bir durumda güvendiğimiz bir insana kafamızı karıştıran şeyi anlatabiliriz. Kısa bir süre önce, Hayır’ı doğallıkla ve güvenle söyleyebilmenin, karşı tarafı durdurmayı çocuğumuzun içine korku tohumları yerleştirmeden anlatmanın müzikli bir yolu olsun diye düşünerek ebeveynlerin çocuklarıyla birlikte söyleyebilecekleri Tabii ki Hayır adlı bir şarkı yapmıştım.
Tabii ki Hayır!
Didem Elif – Elbette büyükler için de albüm yaptınız. Bu Rüzgar albümünüzde Defterler adlı şarkınızın bir yerinde “siyah küçük defterin, içinden gelen müzik; uçuşup sayfalardan zamanı durduruyor” sözleri geçiyor. Sizin de müzikle uçuşturmadığınız ama belki bir şiir kitabı ya da bir öykü kitabıyla bizlerle buluşmayı bekleyen, zamanı durduran defterleriniz var mı? Yani başka yazı türlerinde deneyimleriniz oluyor mu yoksa sadece müziğinizde değerlendirmek için mi yazıyorsunuz?
Banu Kanıbelli –Yazmaya, yazanlara saygım, sevgim büyük. Ben de yazmayı çok seviyorum ve fakat bu konuda yeterince disiplinli değilim. Hatta bazı şarkı sözlerim, deneme metinlerinin içinden çıkmıştır. Zaman zaman yazdığım denemelerimi topladığım mini bir blogum var, Kumru Postası. Aslında müzikle ilişkimiz üzerine bir kitap yazma niyetim de var. Ama önce disiplin! Umarım bunu başarabilirim.
Didem Elif – Kumru Postası adlı blogunuzdan haberim yoktu. Ne güzel ismi varmış. Ah o disiplini bilmez miyim? 2017’de çıkan Yer Gök adlı son albümünüz “Erkek Egemen Zihnine İtiraz” olarak yorumlanmış. Eğer öyleyse ne güzel bir itiraz şekli olmuş. Sizde katılıyor musunuz bu yoruma? O niyetle mi yaptınız albümü?
Banu Kanıbelli – Aslında benim böyle bir niyetim yoktu ve ben de nasıl böyle gözüktüğünü merak ettim. Şöyle bir arka planı olabilir: Hayatımın 11-18 yaş arasını sadece kız arkadaşlarımla eğitim görerek geçirdim. Bizim kızlar olarak her şeyi yapmaya ‘gücümüz yeterdi’. Hayata karıştıktan sonra da kendimi bir kadın olarak hiç bir zaman erkek varlığı karşısında güçsüz hissetmedim. Bu bir tarafı. Diğer gerçek de evet, erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Bu koşullarda, kendini mevcut otoriteye, erkek egemen zihnine karşı kayıtsız hisseden bir kişi olarak müziğimle bir şekilde bu izlenimi veriyor olabilirim. Sevgili Naim Dilmener’in yorumunu buna bağlıyorum.
Didem Elif – Gezi olayları döneminde Lobna’nın hikayesi hepimizi etkiledi. 2014 yılında çıkarttığınız “Lobna’nın Şarkısı” adlı single ile siz o duygulara can verdiniz. Bilmeyenler için ne anlatıyor Lobna’nın şarkısı, vermek istediğiniz mesajı bizzat sizden dinleyelim mi?
Banu Kanıbelli –Gezi olaylarında başından bir gaz fişeği ile vurulmuş, ve geçirdiği ameliyatlarla hayata tutunmuş olarak tanıdığımız gerçek bir kişi Lobna Al Lamii. O günlerde ameliyatlarını yeni olmuştu. Ayşe Arman’a verdiği röportajdan çok etkilenmiştim. Her şeyi bir çocuk gibi yeniden öğrendiği bir dönemdeydi. Bu şarkının sözlerini Lobna’nın röportajda verdiği yanıtlarden derledim. Kendim sadece nakaratta ona umut veren sözler ekledim. Şarkı, “kelimeler aklıma ama ağzımdan çıkamıyorlar” diyen birinin sesi olsun istedim. Ondan çıksın ve dolaşsın dursun, onu duymak istemeyenlerin aklına yüreğine dokunsun. Ve yaşadığı gerçeğin bir şarkılık tanığı olarak hayatta kalmaya devam etsin. İçinde saklı tüm duygularıyla birlikte…
Başka Dünya Yok
Didem Elif – Hikayesiyle bizi yine derinden etkilemiş Berkin Elvan için de yapılmış bir şarkı var. Sözlerini Ülkü Tamer’in, müziğini ve seslendirmesini sizin yaptığınız Uyku adlı şarkıdan bahsederek Berkin’i de bu vesileyle anmış olalım. Siz söz konusu olunca konuşulacak çok konu var. İtiraf etmem gerek ki Başka Dünya Yok adlı şarkınızı ilk dinlediğimde ağladım. İçimdeki Elif “İşte bu!” diye haykırdı resmen. O günden beri de inanın her gün dinliyorum. Keşke bütün yetişkinler güne Başka Dünya Yok şarkınızla başlasa. Samimiyetle söylüyorum ben şahsen kendi adıma bunu yapmaya çalışacağım. Çünkü bu şarkıyı her dinlediğimde içimdeki iyi şeyleri yükselteceğinden güne daha iyi başlayacağımı biliyorum. O yüzden söyleşimizi onunla bitirmek istiyorum. Çünkü bu şarkıyı iliklerimize kadar hissederek çoluk, çocuk, büyük, küçük hepimizin haykırırcasına söylediği bir dünyada yaşamayı diliyorum. Dediğim gibi sizinle konuşmak istediğim çok konu var. Müzisyenliğinizin yanı sıra, mindfulness, gençlere yönelik bireysel eğitim danışmanlığı, kariyer danışmanlığı, atölye çalışmaları yaptığınızı biliyorum. Son olarak oldukça önemsediğim bu konuları ayrıca konuşmak için başka bir söyleşi sözü istiyorum sizden.
Banu Kanıbelli – Başka Dünya Yok’un bu yolculuğu nasıl mutlu ediyor bilemezsiniz. Aslında siz bilirsiniz. 🙂 Her sabah güle güle söyleyin dileğim. Gelecekte bu konular için sizinle seve seve söyleşirim. Sorularınıza yanıt vermek hem zihin açıcı, hem de çok keyifli oldu. Çok teşekkür ederim.
Didem Elif: Benim için de büyük bir keyifti. Ben çok teşekkür ederim. Bir başka Likya Sohbetleri‘nde görüşmek üzere. Işıkla kalın…
Not: Bu söyleşi 12 Temmuz 2018 tarihinde Sen ve Ben Dergisi’nde yayınlanmıştır.