Karanlıkta Yemek
Didem Elif – Sizinle yıllar evvel benim görme engellilerle ilgili yaptığım bir araştırma sırasında tanışmıştık. Sizin vesilenizle, stüdyonuzda görme engelliler için sesli kitap okuması yapmış ve kullandıkları Braille Alfabesini öğrenmiştim.
Önce karanlıkta yemek yemek projenizle başlayalım istiyorum. Şu an bulunduğumuz mekanda karanlıkta yemek hizmeti veriyorsunuz. Ne demek karanlıkta yemek yemek?
Nuri Kaya – İzin verirseniz ben biraz gerisinden, kısa bir giriş yapmak istiyorum. 2002 yılında görme engelliler üzerine düşünmeye başladım. 6 yıllık bir araştırma sürecinin sonunda 2008 yılında Kör Fotoğrafçılar adında bir proje yazdım. Avrupa Kültür Başkenti 2010 ajansına sundum. Biz sizi destekliyoruz demelerine rağmen yaptığımız harcamaların sonunda, çıkar ilişkilerine hayır dediğimiz için, hayır duası sponsorluğunda “Allah razı olsun” denerek uğurlandık.
Bir derneğimiz vardı Galata’da, Kör Fotoğrafçılar Projesi’nin. Sizin de bahsettiğiniz gibi Ses Kayıt Stüdyomuz vardı. Ama gelir kaynağı yoktu. Kör Fotoğrafçılar Projesi’nin bir hedefi de körlük müzesiydi. Bu müzenin ayakta kalabilmesi için de Karanlık İşler Merkezi’nin faaliyette olmasını planlıyorduk.
İşler aksi gidince bu kez biz kendi mekanımız Galata’da Karanlık İşler yapmaya başladık. Aslında ilk olarak Karanlıkta Yemek olarak başlandı ama karanlıkta yemek yapmıyorduk sadece. Tiyatrolar, konserler, sosyal toplantılar, stand-uplar bir çok farklı şeyi karanlıkta yapıyorduk.
2009’da başladık. 2010 ajansına başvuru sonrası yönlendirmeleriyle 2008’de mekanı açtık, ve ajanstan sonuç alamayınca 2009’da Karanlık İşler’e başladık. Şu an 10. yılımızı bitiriyoruz.
Gezi olayları döneminde polis bölgeyi ablukaya aldığı için, insanlar karanlığa girince, çıktıklarında ne olacağını bilemediği için, bölgenin sosyal hareketliliğinden dolayı müşterilerimiz azalmaya başladı ve biz oradan şimdiki yerimiz olan 4. Levent’e geldik. Bizim merkezimizin ismi Karanlık İşler ama internet sitemizin adresi karanliktayemek.com olduğu için, yaptığımız faaliyetler içinde 4 duyunun en yoğun kullanıldığı ve en sosyal yemek olduğu için Karanlıkta Yemek olarak kodlandık. Ancak karanlıkta farklı birçok konsept işliyoruz.
Karanlıkta Yemek Yemek
Didem Elif – Peki. Bize konseptinizden biraz bahseder misiniz? Nasıl bir hizmet veriyorsunuz buraya yemek yemeğe gelenlere?
Nuri Kaya – Niye gelsin insanlar karanlıkta yemek yemeğe?
Didem Elif – Evet o da var. Niye gelsinler? Buraya yemek yemeğe gelenler ne ile karşılaşıyorlar onu anlatabilir misiniz? Nasıl bir ortam bekliyor onları?
Nuri Kaya – Çalışanlarımızı yani garsonlarımız ve müzisyenlerimiz görme engelli. Öncelikle belirtmek isterim ki görme engellilerle empatiyi sunmuyoruz misafirlerimize. Çünkü o yanlış bir şey.
Duygu Sömürüsü Değil
Didem Elif – Amaç o değil.
Nuri Kaya – Hiç değil. Çünkü bu duygu sömürüsü olur. İnsanlar daima iyilik vs. gibi konularda kendilerini kolay yoldan tatmin etmeye çalışırlar. Burası buna alet olacak bir merkez değil. Ayrıca görme engellilerin dünyası karanlık değil zaten. Işık algınız varsa karanlık algınız vardır. Eğer ışık algınız yoksa karanlık algınız yoktur. Mesela bu kadar basit.
Biz ne yapıyoruz? Aslında görmek, gören insanı “körleştiriyor”. Bizim sloganımız “Görmek Körleştirir”. Biz gördüğümüz için yeterince tat almıyoruz. Koklamıyoruz, duymuyoruz, dokunmuyoruz. Hayat bilgisini büyük ölçüde görerek alıyoruz. Hemen küçük bir parantez açayım bu düşüncemi destekleyen. Görme engelli bir arkadaşımız, bir bayan arkadaşımızla daha önce sadece bir kez karşılaşmıştı. Bir gün bu bayan arkadaşımızla bir aradayken görme engelli arkadaşımız geldi. Bayan arkadaşımıza dönüp “Sen bugün iyi görünmüyorsun,” dedi. Arkadaşımız da “yo iyiyim,” dedi. Tekrar “Görüntün bana iyi gelmedi,” dedi. Arkadaşımızın birdenbire ses tonu değişti, ağlamaklı oldu, bir şey yaşamış evde. Yüzünü yıkayıp, makyajını yapıp çıkıyor, bunu örtüyor, ben hiç fark etmedim. Yaşadığı sıkıntıyı hiç fark etmedim.
Körleşmişiz Artık
Didem Elif – Görme engelli arkadaşınız fark etti.
Nuri Kaya – Evet o fark etti. Niye çünkü ben körleşmişim artık. Yüzünde makyajıyla her zamanki kişiydi o benim için. Ama görmeyen kişiye o makyaj bir şey ifade etmediği için, o sesindeki kırılganlığı fark edebildi. Ben de dikkat etsem fark edebileceğim. Biz daima görme ağırlıklı algıladığımız için diğer duyularımızdan gelen bilgileri dinlemiyoruz. Duymuyoruz, koklamıyoruz, dokunmuyoruz.
Didem Elif – Ya da önyargılı oluyoruz.
Nuri Kaya – Önyargı zaten başlı başına önemli bir konu. Görmek çok önyargılı kılıyor. Papyon taksam başka türlü konuşuyorsunuz benimle, spor kıyafet giyiyorsam başka. O yüzden biz karanlıkta yaptığımız faaliyetlerde genellikle bu önyargıyı kırmakla alakalı işler yapıyoruz. Yemek konusuna gelirsek, diğer faaliyetlerden ayıran özelliği, dört duyunuzu en yoğun kullandığınız programdır. Diğer programlarda bir duyu daha baskındır niteliğine göre ve diğer programlar sosyal değildir.
Hayal Kuruyorsunuz
Didem Elif – O zaman hangi programları yapıyorsunuz? Ona değinelim hazır bahsetmişken.
Nuri Kaya – Biz zifiri karanlıkta yemek, konser, tiyatro, sosyal toplantılar, tarihi toplantılar, sosyal meseleler, toplu sünnet hariç her şeyi karanlıkta yapıyoruz. Aslında sünnet karanlığa çok uygun çünkü çocukta travma oluşmaz. Bizde o doktor travması, herkesin size bakıyor olması, bacaklarınızın ayrık olması bir travmadır. Karanlıkta tekli sünnette böyle bir travma olmaz. O yüzden -mizahi de olsa- toplu sünnet hariç diyorum çünkü toplu sünnet yapmak karanlıkta biraz riskli.
Birçok şeyi karanlıkta yapıyoruz ama diğer programlarda az önce değindiğim gibi sosyallik yok. Konsere gelirseniz, randevusuz direk geliyorsunuz. Kimseyle konuşmadan bir konser dinliyorsunuz. Tüm programlardaki proses, telefon/çakmak/saat gibi yanıcı ve ışık saçıcı eşyaları vestiyere bırakmak zorunludur.
Yemek dışındaki programlarda katılımcıların sessiz olması esas. Ancak yemek öyle değil. Yemeğe geldiğiniz andan itibaren önce garsonunuzla tanışıyorsunuz. Zihninizde bir fiziği oluşuyor çok merak ediyorsunuz garsonunuzun kim olduğunu. Bazen çıkışta kapıda bekliyorlar garsonu görmek için halbuki ekibimizi önce çıkartmıyoruz. Görülmesinler diye. Buraya yemek yemeğe gelen kişiler sadece beni görüyorlar.
Buradaki temel hareket noktamız ön yargımızın oluşmaması. Çalışanlarımızla da ilişkin hayal ediyorsunuz. Şey gibi bir roman okuyunca beğeniyorsunuz. Filmini izleyince yönetmen çekememiş diyorsunuz. Aslında yönetmende sorun yok. Sorun sizde. Hiçbir yönetmen sizin zihninizde yarattığınızı veremez. Dolayısıyla biz karanlıkta insanlara bir şey hayal ettiriyoruz ve o hayalle yolcu ediyoruz. Gelmeden önce rezervasyon yapıyorsunuz. Tüm detaylar size maille yollanıyor.
Didem Elif – Ağırlıklı olarak müşteri kitleniz kimler?
Nuri Kaya – Kadınlar daha çok ilgileniyor. Hem kadın, hem erkek var. Erkekler büyük ölçüde eş durumundan geliyorlar diyebilirim. Kadınlar bu konuda daha açıklar. Şimdi size bir kayıt dinleteceğim (Bu sırada Nuri bey bilgisayardan bir ses kaydı açıyor).
Kayıttaki kadın sesi: Eşime “karanlıkta yemek yesek,” dedim. “Evde ışıkları kapatıp yesek olmaz mı?” dedi. Olur mu hiç ya, aynı şey mi?
Yemeği Karanlıkta Yesek
Nuri Kaya – Galata’daki yerimizde ofisteyken tam da buna benzer bir olay yaşadım. Kadın yerimizi fark edip; “A bak demek burasıymış. Hadi zile basalım yemek yiyelim,” dedi, eşi de “Ne diye para bayılacağız buraya şimdi, eve gidip ışıkları söndürüp yesek olmaz mı?” diye cevap verdi. (Gülüyoruz)
Erkekler de son dönemde ilgi göstermeye başladı. Mesela sosyal medyada erkeklerin ilgisi daha yoğun. Sosyal medyadaki müşteri profilimize baktığımızda bunu görüyoruz. Ama buraya gelenler kadın ağırlıklı. Genellikle kadınlar rezervasyon yaptırıyor.
Bu arada rezervasyon yaptırdığınızda herhangi bir yiyeceğe alerjiniz varsa bunu bize söylemeniz gerek ki o gece onu size servis etmeyelim. Örneğin maydanoz sevmeyebilirsiniz ya da vejetaryansınızdır vegan bir menü isteyebilirsiniz. Diyabetik bir menü isteyebilirsiniz. Buna uygun servis yapıyoruz ancak yemek seçemiyorsunuz.
Tabaktaki yemeğin ne olduğunu bilmiyorsunuz. Buradaki ana fikir şu; tabaktaki yemeğin ne olduğunu bilmeyince algılarınız açılıyor. Dolayısıyla daha iyi tat alıyorsunuz. Kokusunu, aromasını daha iyi fark ediyorsunuz. Geldiğinizde eşyalarınızı vestiyere bırakıyorsunuz. Tuvalet v.s. ihtiyacınızı giderdikten sonra, bekleme odasında bir süre bekletiyoruz. Herkes yoğun bir merak içinde. Bazen arkadaşlarına sürpriz yapıp getiriyorlar buraya. Onlar çok daha heyecana kapılıyorlar ne olacak diye?
Küçük bir not.
Yaşadığımız bir tecrübe. Çok kontrollü insanlar karanlıkta daha gergin olabiliyorlar. Çünkü kontrolü kaybetme hissiyatı geriyor onları. Halbuki kendinizi bıraksanız, duyularınızdan gelen bilgileri dinleyerek, oda bu tarafa doğru gidiyor, tavan yüksek galiba gibi duyularınızı dinleyerek mekanı yine algılayabilirsiniz görmeseniz de.
Gruplar halinde zifiri karanlık olan içeriye alıyoruz. Partnerinizle yan yana oturtuyoruz. Tüm misafirlerimiz oturduktan sonra şey oluyor (sanki gereksiz gibi) bir şekilde masada neler olduğunu öğreniyorsunuz. Her şeyi de şimdi anlatmayayım. Ama şunu söyleyebilirim. Gözleriniz parmak uçlarınız oluyor artık. Parmak ucunuzla her şeyi keşfediyorsunuz. Mesela sınırlarınızı keşfediyorsunuz. Burdan burası benim. Orada ne var, burada ne var? Dolayısıyla resim zihninizde oturuyor.
On dakika içinde müziğin başlamasıyla beraber, duygularınız dönüşüyor, müthiş keyif almaya başlıyorsunuz, yemek yiyorsunuz, sırasıyla başlangıç, ara sıcak, ana yemek, tatlı, türk kahvesi, limitsiz şarap ya da alkolsüz içecek ve akustik canlı müzik var. Müziği mikrofonsuz yapıyoruz. Niye? Çünkü mikrofonlu yapsak, sabit bir yerden hoparlörden ses gelecek, o zaman niye karanlıkta canlı müzik dinletelim ki, Cd’den müzik koyalım gitsin. Halbuki öyle değil.
Yine size bir kayıt dinletmek istiyorum (Nuri bey bilgisayardan görüntülü bir kayıt açıyor, orta yaş üzeri diyebileceğimiz bir kadın beliriyor).
Kendi İçinizle Buluşuyorsunuz
Kayıttaki kadın: Kendi içinizle buluşuyorsunuz. En azından yemek yerken, birçok değerlerimizin varlığını hissettim. Dokunma duyumuzu, diğer duyularımızı da çok güzel kullanabildiğimizi. Örneğin yön kavramını sizinle algıladım. Ben bu yaşta çok güzel duygular yaşadım.
Nuri Kaya – Yön kavramını sizinle keşfettim ne demek biliyor musunuz? Hanımefendinin eşinin damadının insülin iğnesi vurulması gerekiyordu, bu üçlü grubu kapıya yakın bir yere oturttum dolayısıyla. Aslında çok da tercih etmediğimiz bir yere oturttuk. Hanımefendi piste sırtı dönük kaldı. Özellikle bu durumda, insanlar içeriye girdiklerinde hemen yemeğe başlatmayız, önce bir akapella, enstrümansız çıplak sesle bir müzik yapılır. O gece “Gidiyorum, Gündüz Gece” söylemişti sanatçımız yanlış anımsamıyorsam.
Dedim ki odanın bir köşesinden başla, sonra gelip hanımefendinin önünden arkasına dön. Çünkü ilk başlangıçta herkes içeriye girdiğinde algıları çok açık. Herkes bir şey olmasını bekliyor. Normalde yemeğe başlasak, artık hiçbir zaman yüksek bir algıları olmayacak. Çünkü yemeğe odaklanmış olacaklar. Mod değişecek ama ilk başta algılar son derece açık. En ufak bir koku, ses olsa hemen ordan bir şey kurguluyorsunuz kafanızda. Müzisyen öyle dolaşarak hanımefendinin yanına geldi, ki sizinle yön kavramını öğrendim dediği aslında budur. Bunu özellikle kurguladığımızı bilmiyor tabi. Biz karanlıkta kişisel tecrübeler sunuyoruz insanlara.
Akustik canlı müzik var, yemek yiyorsunuz, dans ediyorsunuz. Programın bir bölümünde eğer yalnız geldiyseniz; grup geliyorlar genelde ama grupta yalnız kaldıysanız hanım olarak, bir başka yerde bir bey varsa soruyoruz “kavalye servisimiz var faydalanmak ister misiniz?” diye (Gülüyoruz).
Blind Date Programımız Da Var
Didem Elif – İyiymiş.
Nuri Kaya – İki taraf da “Evet,” derse, karanlıkta buluşturuyoruz dans ediyorlar.
Didem Elif – Bir nevi çöp çatanlık hizmeti de veriyorsunuz yani.
Nuri Kaya – Onu yapıyoruz. Özel olarak yaptığımız Blind Date programımız da var. Bizim en sıyrık programlarımızdan biri. Son birkaç yıldır yapamıyoruz.
Karanlıkta Yemek ne sunuyor size? Bir kere güven. Burada güven duymanız çok önemli. Günümüzde kimse birbirine güven duymazsa da, buraya geldiğinizde güven duymanız lazım. Güven duymazsanız olmaz. Eşyalarınızı bırakıyorsunuz, karanlıkta yediğiniz için yemek temiz mi, garsonlar temiz mi, mekan temiz mi, hiçbir şey bilmiyorsunuz, hiçbir zaman da görmeyeceksiniz, güven duymanız lazım. On yıllık birikim bu güveni sağlıyor. Güven sorunu olmuyor bize gelenlerde. Bu önemli.
İkincisi duyularınızı keşfediyorsunuz. Parmak ucunuzu keşfediyorsunuz. Aldığımız bir mailden bahsetmek istiyorum size. İlk girdiğimde nefes alamadığından bahsetmiş katılan kişi. Sonra gözlerimle değil burnumla nefes aldığımı hatırladım, kendimi rahatlattım demiş. Yanımda bir arkadaşım vardı, onun elini tuttum. Onun elinin bu kadar yumuşak olduğuna ihtimal vermezdim diyor. Sonra yavaş yavaş duygusal dönüşümden bahsediyor. Müthiş bir dönüşüm yaşıyorsunuz dolayısıyla.
Aslında hayatın her döneminde mutlaka yeni bir şeylerle karşılaşıyoruz. Hep yeni bir şeye adapte olma süreci içine giriyoruz. Bir şeye adapte olabilmek için bildiklerinizi arkanızda bırakmanız lazım. Karanlıkta tüm bildiklerinizi unutun diyoruz insanlara. Unutun ki yeniden inşa edebilesiniz. Yemek ve içecekleri öncelikle kokusundan keşfetmeye çalışıyorlar mesela.
Karanlık İşler
Didem Elif – Karanlık işler diyorsunuz yaptığınıza ama aslında bir aydınlanma yaşatıyorsunuz?
Nuri Kaya – Kelime anlamıyla karanlık işler yapıyoruz ama mecazi anlamda karanlıkta kalmış şeyleri karanlıkta görünür kılıyoruz. Yemek iki buçuk saat sürüyor, arkanızdan bir gitar geçiyor örneğin (Bu sırada Nuri bey bilgisayarda aşağıdaki videoyu gösteriyor).
Müthiş Bir Tecrübe
Nuri Kaya – Biz kişiselleştirilmiş tecrübeler sunuyoruz insanlara. Herkes müzik dinliyor ama o esnada birisi müzisyenin elini tutuyor, müzisyen onun omuzuna dokunduğunda şarkıyı onun için söylediğini hissediyor mesela. İnanılmaz bir his. Cinsiyetten tamamen uzak, çok insani, sizi geliştiren, duyularınızı geliştiren müthiş bir tecrübe yaşıyorsunuz. Burada yaptığımız şey özünde bu.
Yemek programımız sizin dört duyunuzu da açmanızı sağlıyor. Yalnız yemekte ne yemek istemiyorsanız o şey size sunulmaz. Bazen söylemeyi unutuyorlar. Bir kere başımıza şöyle bir şey geldi. Yemekten sonra bir beyefendi “siz bana ıspanak yedirmişsiniz, ben bayılırım niye bana ıspanak verdiniz” dedi. “Beyefendi bize belirtmediniz ki bunu,” dedim. “Ayrıca da bayılmamışsınız, psikolojik bu belki de,” diye yanıtladım.
Didem Elif – Evet yani o da ilginç olmuş.
Nuri Kaya – “Hayatımda kimse yediremezdi bunu bana a yediğim o muymuş,” gibi tepkiler alıyoruz. Anlamıyorsunuz ki ne yediğinizi, görmediğiniz için koşullanmıyorsunuz. Eskiden yediğimiz, içtiğimiz şeylerin fotoğraflarını çekip göstermek ayıp bir şeydi, kimsenin yemek tabağının fotoğrafını çekmek aklına dahi gelmezdi. Özellikle son yıllarda yeme, içme endüstrisi çok fazla görselliğe hitap eder oldu. Görüntüye ve sunuma çok fazla önem veriliyor. İnsanlar yediğini internete koymaya başladı. Ve tadı gidiyor aslında.
Görüntü tadının önüne geçiyor. Görüntüsü giderek baskın olan bir hayatın içindeyiz. Konser dinlerken bile insanlar telefonlarının kameralarından bakarak konseri dinliyor. Burada ise telefonunuzdan ayrılıyorsunuz 2,5 saat boyunca. Türkiye’de hiçbir kültür sanat merkezinde telefonunuzdan ayrı kalmak yok.
Hiçbir şeyi yanınıza alamıyorsunuz, çakmak gibi bütün eşyalarınızı bırakıyorsunuz yemek bölümüne girmeden önce. Dolayısıyla tam anlamıyla fokuslanıyorsunuz, yoğunlaşıyorsunuz.
Anı Yaşamak
Didem Elif – Dediğiniz gibi sokakta yürürken bile bir şey hoşumuza gidiyor, o anı yaşamak yerine hemen telefona sarılıp fotoğraflamaya çalışıyoruz. Hatta canlı paylaşımlar yapıyoruz.
Nuri Kaya – “Ben ordaydım, ben bunu yaşıyorum,” diye göstermeye çalışıyoruz çünkü.
Didem Elif – Evet yaşamaktan ziyade yaşadığımızı gösterme derdimiz daha fazla. Peki fiyatlar nasıl? Pahalı mı geliyor acaba?
Nuri Kaya – Kişi başı yemek fiyatımız 125 TL. Verdiğimiz hizmete göre son derece uygun. Limitsiz şarap ya da alkolsüz içecek veriyoruz. Dört tabak yemek. Tatlısı, kahvesi. Yemeklerimiz %50 daha fazladır. Müşterilerimiz yemeği bulamazsa diye büyük tutuyoruz porsiyonlarımızı. Restoranlardaki yemeklerden çok daha fazlasını koyarız, tabakta yemeğini bulamaz endişesiyle.
Bu arada yemek yerken strateji geliştirmeniz lazım, çatalı ağzınıza götürürken yolda düşebilir. Bir iki ağzınıza boş gidince geliştirmeye başlıyorsunuz kendinizi. Aslında yapmanız gereken şey çatal, bıçağın formunu algılamak, tabağı konumlandırmak. Sonra yemeğin direncini anlamanız lazım. Çatal batırılıp yenecek bir şey mi, yoksa bıçağın yardımıyla çatala itilecek bir şey mi?
Didem Elif – Bununla ilgili sufle veren kimse yok değil mi? Birbirleriyle konuşuyorlardır belki, “tabağımda şu var,” gibi özellikle grup halinde gelenler.
Nuri Kaya – Bir keresinde Galata’daki yerimizde birden bir çığlık geldi. Müşterilerden biri “Limon ısırdım,” dedi. Öyle olunca limonu ayrı vermedik bir daha. Aslında belirtiyoruz, diyoruz ki, “Lütfen yemeğe önce gelen bilgi vermesin,” çünkü gecenin sonunda zaten hep beraber bunu konuşacağız. Ayrıca eğer yanılıyorsanız yanlış yönlendirebilirsiniz başkalarını. Daha da önemlisi alacağı tadı azaltmış olursunuz.
Haftada Üç Gün
Didem Elif – Yine şartlandırmış oluyorsunuz çünkü.
Nuri Kaya – Aynen evet. Gecenin sonunda yemekleri konuşuyoruz. Tümevarım yöntemiyle adını değil, içinde ne var? Baharatı ne? Adını en sonunda koyuyoruz.
Didem Elif – Ancak bittikten sonra ne yediklerini öğrenmiş oluyorlar yani.
Nuri Kaya – Tabi.
Didem Elif – Her gün yemek var mı?
Nuri Kaya – Haftada üç gün. Çarşamba, Cuma, Cumartesi. (Nuri Bey bir video açıyor ve yemek sonrası katılımcıların konuşmalarını izliyoruz.)
Bu şekilde yemekleri konuşuyoruz gecenin sonunda. Erkekler ne yediğini bulma konusunda daha başarılılar. Bu arada yemeğimizi çok lezzetli buluyorlar. Hatta bir gün bir çocuk, “Anne sen niye yemekleri bu kadar lezzetli yapmıyorsun?” diye sordu. Lezzet arttırıcı tozlar varmış, ondan katıp katmadığımızı soranlar oluyor. Böyle bir şey söz konusu değil. O çocuğun annesinin yemeği de lezzetlidir kuşkusuz, fakat gündelik hayatta algılarımız çok dağıldığı için yemeğin lezzetini tam olarak alamıyoruz. Dolayısıyla yoğunlaştığınız zaman lezzetin farkına varıyorsunuz. Bugün insanların ilgisini dağıtan çok fazla şey var.
Burada insanlar kendi yöntemlerini yaratıyorlar. Mesela programın başında spikerimiz diyor ki, “Lütfen kadehlerinizi tokuşturmayınız, bu burada yapmanız gereken en son şeydir.” Öyle bir tonlamayla söylüyor ki aslında teşvik ediyor. Zaman zaman müthiş parlak insanlarla karşılaşıyoruz. İki kişi “Hadi kadeh tokuşturalım,” diyor. “Nasıl yapıcaz?”, “Kadehsiz elini uzat,” diyor diğeri. Kadehsiz iki el tutuşurken, öbür elleriyle üstten kadehlerini tokuşturuyorlar.
Çözüm Üretiyorsunuz
Didem Elif – Yaratıcılık da ortaya çıkıyor?
Nuri Kaya – Tabi tabi. Yeni duruma adapte oluyorsunuz ve çözüm üretiyorsunuz. Aslında tamamen bu. Dolayısıyla karanlıkta yemek çok öğretici. Dediğim gibi benim dışımda hiç kimseyi görmüyorsunuz, ne mutfak personeli, ne diğer görme engelli çalışanlar. Bir tecrübe yaşıyorsunuz ve ayrılıyorsunuz mekandan. Hemen bir parantez açayım. Seksen küsur yaşında misafirimiz de oldu. En küçük misafirimiz de 3 yaşındaydı. Bir farkındalık oyunumuz var onu oynamıştık.
Didem Elif – Peki böyle bir fikir nereden aklınıza geldi. Çıkış noktanız neydi?
Nuri Kaya – Hep gazeteciler soruyordu bana, “Bir kör akrabanız mı var? Neden böyle bir şey yapıyorsunuz?” diye. Bu soruyu hiç anlamlı bulmuyordum illa bir bağlantısı mı olması lazım diye düşünüyordum. Derken birdenbire verdiğim bir röportaj sonrası ablamın fark ettirmesiyle çocukluğumla bağlantılı olabilecek olan hikayeyi fark ettim.
Ama ondan önce 2002 yılında kol kola yürüyen iki görme engelli erkek gördüm. Sağdaki bastonunu öne doğru uzatmıştı. Önde gören bir çift vardı. Kız solda, sağdaki erkek de bastonun ucunu tutuyordu. Baston yere paralel bir şekilde dörtlü olarak tünel meydanına kadar yürüdüler. Ben de onların peşinden gittim. Aklıma birden kör ve fotoğrafçılık kelimeleri geldi. O güne kadar körler hakkında hiç düşünmemiştim.
Bir Çift Mavi Göz
Didem Elif – Fotoğrafa merakınız var mıydı?
Nuri Kaya – Tabi. Kamu Yönetimi eğitimi aldım ama İsmail Cem İpekçi’ye olan sevgimden onun bir fotoğraf sergisine gitmiştim. O serginin sonunda fotoğrafçı olmaya karar verdim. Ufuk Uras’ın babası Hasip Uras’tan fotoğraf dersi aldım ve fotoğrafçı olarak hayatımı döndürdüm.
Reklam sektöründe çalıştım. Neticede Kör Fotoğrafçılar Projesi o gün orda gördüğüm o grupla aklıma geldi. Ondan sonra projeyle ilgilenirken tanıştığım insanlar, okuduğum kitaplar, İsviçre’de katıldığım Dünya Körler Birliği’nin Genel Kurulu’nda 2800 görme engelliye hitap ettik, Afrika Körler Birliği’ne gittik filan derken; körlerin üzerinden bir kapı araladım kendime ve o dünyanın içine girmeye çalıştım. Mümkün olduğunca o dünya içindeki arkadaşları bu taraftaki dünya ile daha çok buluşturmaya çalıştım.
Çocukluğumla ilgili sonradan fark ettiğim hikaye ise; annem, ablamla beni bodruma kömür almaya gönderirdi. Duvardaki ışık düğmesine ablamın boyu yetiyordu. Ablam ışığa bastıktan sonra kömürü koyardık. Işık 30 saniye sonra sönerdi. Ablam ışık sönünce koşarak kaçıyordu. Elimde kömür kovası, soğuk, rutubet, zifiri bir karanlık, ablam da bir yandan yukarıdan bağırıyordu “mavi gözlü adam geliyor,” diye. “Bir çift mavi gözün sizin üzerine parıldayarak geldiğini sanıyorsunuz. Çocuk aklı işte.”
Karanlığa Mesafem Oluşmadı
Didem Elif – Kaç yaşındaydınız?
Nuri Kaya – Yaşımı bilmiyorum çok küçüğüm. Benim boyum yetmiyordu o düğmeye. Ablam boyum düğmeye yetene kadar bana bunu yaptı. Çığlık çığlığa bağırıyordum. Annem sesi duyup ablama kızıyor sonrasında yukarıdan otomatiğe basıp merdivenleri aydınlatıyordu. Ablam beni korkuttu ama korkuttuğu şey karanlık değildi aslında bir çift mavi gözdü. Hala mavi gözlü çok samimi bir arkadaşım yoktur. Mavi göze mesafem oluştu ama karanlığa oluşmadı.
Tam tersine bu konuda merak oluştu. Ablam nasıl yolunu buluyor? Ben niye bulamıyorum? Bir dahaki sefere gitmeye çalışayım. Bu bende bir oyuna dönüştü. Gözlerimi kapatıp yolumu bulmaya çalışırdım. Yolda birilerine çarpıp “Kör müsün önüne bak,” diye kafama şaplak yediğim çok olmuştur. Bu körlük oyununu uzun yıllar oynadım. Sanırım ortaokulda bıraktım bunu.
Dolayısıyla küçükken yaptığım oyunların başka bir boyutundayım. Şimdi arkadaşlarım değişti. Evvelden yalnız oynuyordum. Onca yıl sonra farklı insanlar oyunuma dahil oldu. Arka planında böyle bir hikaye var ama sadece yemek değil burada yaptığımız şeyler.
Gündelik hayatta yaşadığımız olumsuzluklar, hayal kırıklıkları, gördüğümüz kötülüklerden yola çıkarak gördüğüm meselelere yönelik programlar yapmaya çalıştım. Mesela fuhuştu, ensestti, işkenceydi biz görünmek istemeyen konuları karanlıkta ortaya koyuyoruz. İnsanlar önyargılı oldukları şeyler karanlıkta karşılarına gelince önyargısız oluyorlar. Kimin konuştuğunu, kimin söylediğini görmedikleri, bilmedikleri için ne söylediklerine yoğunlaşıyorlar. Daha rahat bir iletişim oluyor. İçinizde olan şeyi daha rahat ifade edebiliyorsunuz. Kontrol mekanizması ortadan kalkıyor ve dökülüyorsunuz.
Sosyal anlamda en önemli programlarımızdan biri Mektep. Genelev ve fuhuş gerçeğini gözler önüne seriyoruz. Her yıl yaptığımız 6-7 Eylül programımız var. 12 Eylül, Struma trajedisi gibi toplumsal meselelere yönelik programlar yapıyoruz. Karanlıkta bırakılmış konuları görünür kılmaya çalışıyoruz. Karanlıkta daha iyi görüyorsunuz çünkü daha az önyargınız oluyor.
Ön yargı Ortadan Kalkıyor
Didem Elif – Katılımcıların görüşleri genel anlamda nasıl?
Nuri Kaya – Çok etkileniyorlar. Hayatımızda böyle bir şey yaşamadık, hayatımızın en müthiş deneyimi diyorlar. İçeride interaktif bir iletişim oluyor bazen. Çıkışta bakıyorsunuz birbirini tanımayan insanlar cinsiyet ayrımı gözetmeksizin sarılıyorlar birbirlerine. Yani cinsiyet, toplumsal roller bile ortadan kalkabiliyor.
Didem Elif – Bir nevi unutulmayacak bir deneyime beraber tanıklık etmek insanları yakınlaştırıyordur.
Nuri Kaya – Öyle ama önyargısızlık söz konusu. Şimdi aydınlıkta olsa görmeden dolayı kadın ve erkek arasında önyargılar oluşuyor. Mesela karşınızda tanıdık bir iş adamı ya da bir sanatçı oturuyor ama siz onun ününü fark etmeden konuşuyorsunuz. Fark ederse belki de o kadar rahat konuşamayacak. Oysa burada önyargısız oluyorsunuz. Bu arada mekanda bahşiş kabul edilmez. Bağış kabul edilmez. Normalde restoranda bahşiş verebiliyorsunuz bizde söz konusu değil.
Biz insanlara körlere yardım, bağış vs demiyoruz. Biz bir hizmet sunuyoruz, eğlenirken birden bir para verip o duygunun değişmesini istemiyoruz. Deneyime odaklanılsın istiyoruz. Bazen müşterilerimiz ısrar edebiliyor bahşiş konusunda ve nedenini merak ediyorlar.
Psikolojik boyutunu bir kenara bırakalım bir kere karanlıkta ne kadar bahşiş verdiğinizi bilemezsiniz. Bahşiş kabul etmeyen başka hiçbir yer yoktur. Biz sadece 125TL’lık bir hizmet sunuyoruz. Bu parayı veren herkes bu hizmeti alabilir. Hayatında bir farkındalık yaratabilir. Bir dinamizm yaratabilir.
Bu deneyimin insanların kendi hayatına çok olumlu faydaları oluyor.
Bakış açınız değişiyor. Farkındalığınız artıyor. Zaman zaman otobüste giderken gözlerinizi kapatın. Görmediğiniz zaman tüm sesleri duyuyorsunuz, yolculuğunuzu başka kodlarla keşfediyorsunuz. Müthiş bir şey bu. Gözlerinizi kapatıp giysinizi seçmeye çalışın gardolabınızdan. Giysinizi satın alırken gözünüzü kapatıp kumaşına dokunun. Parmaklarımız o kadar his taşıyor ki. Kullanmadığımız zaman giderek yitiriyoruz sahip olduğumuz duyularımızı. Zenginleştiriyor oysa bu deneyimler sizi.
Eğer siz görmemenin dünyanın sonu olmadığını, diğer duyularınızın da ne kadar zengin olduğunu fark ederseniz görme engellilere de önyargılı bakmayabilirsiniz.
Görme engellilerden de öte genelde engelliler için söyleyeyim en büyük engel toplumun önyargısı. Yapamazsın. Beceremezsin. Burada görmeksizin yemek yiyenler ilk kez bunu yapıyorlar, oysa bir görme engelli bununla yaşıyor. Asıl temel meselemiz önyargının kırılabilmesi.
Toplumda Engelli Olmak
Didem Elif – Yavaş da olsa toplumsal yaşamda görme engelliler için bir şeyler yapılıyor. Mesela taksilerin iç kısmında Braille Alfabesi ile plaka koyuldu örnek olarak. Ben az çok fikir sahibiyim, bu meseleye kafa yormuş biri olarak ama sizin vesilenizle insanları özellikle bu konuda da biraz bilinçlendirelim istiyorum. Görme engelli biri ile birlikte olurken nasıl davranılmalı? Ne yapılmalı ya da ne yapılmamalı?
Nuri Kaya – Toplumun tavrı bana bu konuda çok samimi gelmiyor. Toplumu da şirketleri de yeterince samimi bulmuyorum. Bakıyorsunuz büyük şirketler engellilere bağış yapıyor, kampanyalar yapıyor para topluyor bunu lanse ediyor ama bir tane şirketin yönetim kurulunda bir tane engelli göremezsiniz.
Kişinin engelini değil, arkasındaki karakterini görmek önemli. Ama tabi şu da var. Bir kişi görme engelli diye daha akıllı, daha dindar, daha iyi olmak zorunda değil. Toplumdaki diğer insanlar nasılsa, onlar da o. İyisi var, kötüsü var, akıllısı var, gururlusu var, yalancısı var. Körlükten faydalananı var, faydalanmayanı var. Dolayısıyla karşısındaki kişinin engelini değil; kimliğini, karakterini görmeye çalışsınlar. Önemli olan benim açımdan bu.
Didem Elif – Bir de diyelim ki görme engeli var onlara sanki kolu da tutmuyor gibi davranıyoruz. Mesela çantasını taşımaya çalışıyoruz. Bu yıllar evvel sizin bana verdiğiniz bir örnekti. “O istemediği sürece ben bir körün çantasını taşımam. Sonuçta gözleri görmüyor, kolları tutuyor,” demiştiniz. Hakikaten de düşünmeden hareket ediyoruz. Ve aslında onları daha engelli hale getirecek davranışlar sergileyebiliyoruz.
Tek Taraflı Vermekle Olmaz
Nuri Kaya – Aynen. Bazen ben çanta taşıtıyorum etraftan kötü bakışlara maruz kalıyorum. Mesela görme engelli birinin otobüste ayakta gitme ihtimali yok. Halbuki ayağı sağlam, görme engelli diye niye ona yer verilsin. Bu nasıl bir mantık. Körlüğünü hayatın içinde çıkar için kullanan çok insan da var. Engelini süistimal olarak kullanmak bana doğru gelmiyor.
Didem Elif – Fakat biz de bu konuda bilinçli davranmıyoruz. Bilmediğimiz için ve bu konuda düşünemediğimiz için yardımcı olduğumuzu sanarak yanlış davranışlarda bulunuyoruz. Sağlıksız bir ilişki oluyor.
Nuri Kaya – Çok sağlıksız. Türk Hava Kurumu’nda 30 görme engelli ile bir tura gittik. Böyle bir organizasyon yapmıştık. İlk gün gittiğimizde kafeteryasındayız. Kafeterya sorumlusu geldi. “Merak etmeyin. Arkadaşlarımızı uyardık, hepsine çok dikkat edeceğiz,” dedi. Ben de “Dikkat etmenizi gerektirecek bir şey yok. Diğer müşterileriniz nasılsa biz de öyleyiz,” dedim. Sanki ben öyle dememişim. Garson geliyor. Kaç şeker istediğini soruyor. Üç tane. Şekeri çaya atıyor, karıştırıyor. İkincisi geliyor yine aynı şekilde. “Bakar mısınız? İki tane çay alabilir miyiz?” dedim. “Tamam abi, getiriyorum,” dedi. “Yok getirme,” dedim, “Karıştır iç.” Anlamadı tabi. Niye içeyim, nasıl yani oldu. E şekeri atıyorsun, karıştırıyorsun bir içmediğin kaldı. Niye şekeri karıştırıyorsun? Elleri sağlam arkadaşın. Ama ses çıkartmıyor çünkü biri karşınızda bir şey yapınca hepimiz mutlulukla bunu kabul ediyoruz.
Engelini Giderek Büyütüyoruz
Didem Elif – Esas o zaman aslında engelli yapmış oluyoruz karşımızdakini. Yani bir anne, baba da çocuğunu diyelim ki çocuğu engelli bu şekilde yetiştirirse, her işini halletmeye çalışırsa onu daha da engelli yapmış oluyor.
Nuri Kaya – Tabi tabi. Engelini giderek daha da büyütüyor. Dolayısıyla görme engellilerin bir kısmı toplumun bu tek taraflı verdiği iyi niyeti memnuniyetle kullanıyorlar. Onu yapmamak lazım. Toplumun tek taraflı gereksiz iyilikler yapmaması lazım. Karşısındakinin karakterini, neye ihtiyacı olduğunu görmesi lazım. Arkadaş edinmeye çalışması lazım. Sağlıklı bir ilişki karşılıklı alışverişle olur. Tek taraflı vermekle olmaz.
Görme engelliler niye toplumda çok fazla yoklar. İş hayatında çok yoklar. Bunu sorgulasınlar. Bilgisayar olan her yerde bir görme engelli çalışabilir. Sen biliyorsun bizim ses kayıt stüdyo teknisyenimiz görme engelliydi ve gören okuyucuların kitap okuma kayıtlarını ve montajını yapıyordu.
Körlerle Herkes Çalışabilir
Didem Elif – Evet biliyorum. Çok da rahat yapıyordu işini. 10 parmak kullanıyordu. Her şeyi yapıyordu.
Nuri Kaya – Başkalarından çok daha yoğun işlerine sarılabilirler. Ama işte iş sahası çok olmayınca sınırlı yerlerde çalışabiliyorlar. Call Center’larda çalıştırıyorlar genelde. Şirketlerin belli oranda engelli çalıştırma zorunluluğu var. Bazıları işe alıyor ama çalıştırmıyor, onlar çalışmadan bankamatikten gidip alıyor maaşını.
İnsan hakkı ihlali bu. Görünür olmuyor, toplumun gözünden uzak tutuluyor. Engellileri görmek istemiyor insanlar. Görmeyen bir ana okulu öğretmenini veliler şikayet etti. Çocuklarımızın psikolojisini bozar gören bir öğretmen olsun diyorlar. Ya da mesela yazlıkta havuzdasınız. O havuza bir engelli çocuk giriyor. Hemen kendi çocuklarını çıkartıyorlar. Sanki görme engeli bulaşıcı bir hastalıkmış gibi.
Toplum samimi değil, toplumun samimiyeti bireyden başlar. Engellilerin toplum içinde görünebilir olmaları lazım. Neden bir görme engelli bizim işte çalışmıyor diye düşünmeleri lazım. Bir çok sahada çalışabilirler. Bir çok alanda karşımıza çıkabilirler ama çıkmıyorlar. Toplumda olmadıkları sürece önyargılar artıyor olacak.
Bunu değiştirmenin yolu insanların karşılarındaki kişinin de karakterini göz önünde bulundurarak arkadaşlıklar edinmeleri lazım. Bunu da sağlıklı yapması önemli. Tek taraflı bir verme ilişkisine dönüştürmemesi lazım. Ayrıca körleri ayrı okullarda eğitmeye çalışmak onları toplumdan koparıyor. Çocukları normal kaynaştırmalı sisteme hazırlamak lazım. Ondan sonra da engelsiz çocuklarla birlikte okuması lazım.
Didem Elif – Bu aslında diğer çocuklar için de çok daha sağlıklı olur. Böylece onlarla nasıl bir ilişki içinde olacağını çocukluktan öğrenmiş olacak.
Nuri Kaya – Tabi ki. Her iki taraf için de çok daha sağlıklı olacak. Toplumda engelli olunca hep para toplanıyor ve insanlar veriyorlar. Bu çok yanlış bir şey. Onun yerine istihdam politikaları üretmek lazım. Ne yapacağını bilmiyor insanlar.
Amerika’da engelli çalıştırma zorunluluğu yok ama insanlar iş bulabiliyorlar. Eğer ki yapabileceği halde o iş ona verilmiyorsa, bu ayrımcılığa giriyor ve çok büyük bir suç. Yasalara başvurulma durumu söz konusu. Ama işe girdiğinde de çalışmak zorunda. Tekrar ediyorum insanlar karşısındaki kişinin engeline değil karakterine odaklanırsa ve onunla dostluk yaparsa toplum içinde görünür olmaya başlayacaklar.
Zifiri Karanlıkta Başka Başka Konseptler
Didem Elif – Son olarak burada hangi programları yapıyorsunuz genel olarak ondan bahsedelim.
Nuri Kaya – Karanlıkta Yemek programımız, Çarşamba, Cuma ve Cumartesi günleri. Sırlar Yemeği diye çok ekstrem bir programımız var. Türkiye’nin en pahalı yemek programı. Kişi başı ücreti 1001 TL. İnanılmaz masalımsı bir yemek. Toplumsal meseleler üzerine programlar yapıyoruz. 6-7 Eylül, 12 Eylül gibi, kadına şiddet gibi, Struma gibi farklı konularda oluyor programlarımız. Tiyatrolar yapıyoruz, konserler var. Her yıl Acapella Festivali yapıyoruz. İş toplantıları var. Birbirini tanımayan insanlar karanlıkta buluşup kartvizitlerini birbirlerine veriyorlar ve iş görüşmeleri yapıyorlar. Edebiyat programları var. Mesela Bukowski, Virginia Woolf, Edgar Allan Poe gibi.
Karanlıkta bildiğiniz sözlerde bile başka anlamlar keşfedebiliyorsunuz. Masal programlarımız var. Ve bir sürü başka başka şeyler…
Didem Elif – Nuri bey bu keyifli sohbet için çok teşekkür ediyorum.
Görsel anlamda kafanızda canlanabilmesi açısından aşağıdaki videoları izleyebilirsiniz.
Detaylı bilgi almak isterseniz www.karanlıktayemek.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Diğer sosyal medya ağlarını aşağıdaki linklerden takip edebilirsiniz.
• Instagram: https://www.instagram.com/karanlikisler/
• Facebook: https://www.facebook.com/karanlikislerist/
• Youtube: https://www.youtube.com/user/karanliktayemek
• Twitter: https://twitter.com/karanliktayemek
Videolar
• Fark
Yaratanlar:
https://www.youtube.com/watch?v=JMvOQiSUKhQ&t=165s
• Kanal D
Ana Haber:
https://www.youtube.com/watch?v=wGFgWlfu84Q&t=9s
• Öyle bir
şey yaşadım ki dün:
https://www.youtube.com/watch?v=Dvn6SLFYlkA&t=61s
• Evlilik
Teklifi:
https://www.youtube.com/watch?v=BMLtvkr1LeI
• Zifiri Karanlıkta Mektep:
https://www.youtube.com/watch?v=ik9Uz9zzCnA
Not: Bu söyleşi 13 Nisan 2018 tarihinde Sen ve Ben Dergisi’nde yayınlanmıştır.