Mustafa Horasan – Sanat Benim Özgürlük Alanım

Mustafa Horasan

Didem Elif – Mustafa’cım öncelikle bu yaptığım en zor söyleşilerden biri olacak benim için. Yıllarca o kadar fazla şey paylaştık ki; son yıllarda görüşemesek de, seni çok yakından tanıyorum duygusuna sahip olmakla beraber, icra ettiğin sanatının hakkını verememekten de korkuyorum açıkçası.

Öyleyse ressam olma hikayenle başlayalım mı? Grafik okudun. Okul bittikten sonra süreç nasıl gelişti de ressam camiasından günümüzün önde gelen isimlerinden biri oldun?

Babam Sevgimi Fark Etti

Mustafa Horasan – Her çocuk gibi ben de resim yapmayı deli gibi seviyordum. Babam bu sevgimi fark etti ve bana bir sürü malzeme getirdi. Ta ilkokuldan beri bunu çok destekledi. 70’li yıllardan bahsediyoruz. Her ailenin yapacağı şeylerden biri değildi özellikle o dönemlerde. Bu sebeple babama minnet doluyum. Resim yaparken benim sürekli malzeme almamı bir şekilde yeni bir şeyler yapmamı destekleği için. Bana sürekli kitaplar getirirdi. Ben de sürekli çiziyordum.

Ben resmi ressamlardan öğrendim. Okuldan değil çünkü senin de dediğin gibi grafik okudum. Hep ressamları gözlemledim, sanatçıları izledim. Ortaokulda babamın getirdiği müze kitaplarından birçok sanatçıyı keşfettim. O zaman aklımda kalan bugünün önemli sanatçıları James Ensor, Francis Bacon gibi bir sürü ismi tanıdım. Onların dünyaları benim için ilgi çekiciydi. O ilk tohumlar, böyle resimler de yapılabilir fikri ilk o zamanlarda oluştu.

Grafiği de şundan dolayı okumuştum. Ortaokul hocam; “resim okursan para kazanamazsın ama grafik okursan hem para kazanırsın hem de resim yapabilirsin,” demişti. İyi de bir fikirdi galiba benim için çünkü aç kalmadan da hayatımı devam ettirebilmeyi öğrenebildim. Reklam ajanslarında çalıştım, ilaç firmasında grafikerlik yaptım. Kitap tasarımları yaptım. Grafikten bayağı bir para kazandım.

Bazen çok keyif aldığım bazen de sevmeyerek yaptığım işler oldu. Ama sonuçta benim hayatımı idam ettiren, resim yapmamı devam ettiren bir sebep oldu grafik. Tabi sadece para kazanmama değil aynı zamanda yeni medyalar bulmama, farklı disiplinlerle üretmeme de sebep oldu.

Resim camiasında işlerimi ilk göstermeye başladığımda, önce dışlandım çünkü grafik kökenli olduğum için illüstratif olmakla suçlanıyordum. İllüstrasyon yapıyorsun hikaye anlatıyorsun diyorlardı benim resmim için.

Ancak çok zaman sonra, epey bir zaman sonra insanlar inanmaya başladılar. Belki bir on sene sonra filan benim resmim kabul görmeye başladı. Çünkü grafik ögeler kullanıyordum ayrıca resimde grafiği kullanmayı da seviyordum.

Ortaokul ve lise zamanlarında tabelacılık da yapmıştım. Yazıyı da resimlerimde kullanmayı seviyordum. Bundan dolayı da grafik resmimin içine bayağı girdi ama tabi kabul görmesi zorlaştı. O zamana kadar geçerli olan pentür geleneğinde üretmediğim için insanlar buna alışamadılar yabancılık çektiler. Zamanla böyle bir şey olabileceğini de kabul ettiler. Ben de hiç durmadan çalıştım tabi kendimi kabul ettirebilmek için.

Didem Elif – O halde ressam olarak para kazanmaya başlamak çok kolay olmamıştır sanırım. Grafik ve resmi birlikte sürdürmeyi istemediğin ama mecbur kaldığın oldu mu hiç peki?

Ayakta Kalma Seçeneğimdi

Mustafa Horasan – Aslında mecburiyet olarak görmedim bunu, ayakta kalma seçeneği olarak gördüm. İkisini beraber yürütmeyi isteğim, yaşamak için önemli bir şeydi. Bir şeye ihtiyaç vardı. Bir paranın girmesi gerekiyordu, bir şeyin dönmesi gerekiyordu ve bu sanatla resimle olacak bir şey değildi ve grafik bu anlamda benim günümü kurtardı diyebilirim.

Didem Elif – Bir bankacıya işin düşmezse iş ortamını ziyaret etmeye gitmezsin. Ama ressamların, heykeltraşların atölyeleri öyle değil. Bence ruhuna biraz plastik sanat bulaşmış her insan için sihirli mekanlar oralar. Bir çok atölye ortamında bulunmuş biri olarak söyleyebilirim ki, özellikle senin atölyenin bambaşka bir ambiyansı var. Resim atölyesi olmasının yanı sıra bende hep bir laboratuar hissini uyandırmıştır. Ama aynı zamanda da bir müzik sütüdyosu gibi.

Bazı ressamlar atölyesinde başkaları varken resim yapmayı bırakır. Sen öyle değilsin. Gelen kişiyi çok güzel ağırladığın gibi, ürettiğin işi yapmaya da devam edebiliyorsun. Oldukça da üretken ve çalışkan birisin. Senin için atölyen ne anlama geliyor?

Mustafa Horasan’ın atölyesinden bir görüntü

Atölyemde Herşey Elimin Altında Olmalı

Mustafa Horasan – Atölye benim için beynimin içi gibidir. Bir eğlence alanı aynı zamanda. Okuma alanı. Bir çok şeyi yapabildiğim bir alan. Aslında biraz da şöyle bir şey diyebilirim. Buradan çıkmamak üzere kendimi bir hapishaneye kilitlemiş gibiyim aynı zamanda. Burada kitaplar, müzikler, filmler beni oyalayacak çok fazla şey vardır. Çocukken de böyleydi. Çocuklar dışarda oyun oynardı, ben evde müzik ve resim yapardım.

Evden niye çıkmak istemezdim onu da bilmiyorum açıkçası ama evden çıkmamak, yalnız kalmak beni mutlu ederdi. Resim yapmak, çizmek dışarda çocuklarla oynamaktan beni daha çok mutlu ederdi. Şimdi de aynı şeyi sürdürüyorum. Mutlu olduğum şekilde atölyemi donatıyorum. Benim atölyemde her şey elimin altında olmalı. Müzik aletlerim, kitaplarım, kahvem. Dostlarım geldiğinde onları ağırlayabilecek küçük bir mutfak.

İnsanları ağırlamayı da seviyorum çünkü biliyorsun. Bu benim aileden gelen bir geleneğim. İnsan ailesine bakar ve kendini görür ya. Ben de kendime bakıp ben de böyleyim diyorum. İnsanları ağırlamak beni mutlu ediyor. Onlara yeni bir şey sunmak. Bazen enerjisini iyi hissetmediğim insanlar geliyor mu evet geliyor. Sen de biliyorsun ki o insanlara karşı sert de olabiliyorum ya da sıkıldığımı belli edebiliyorum. Ama tabi galiba bir atölye ressamıyım her şeyi atölyede bitiren bir sanatçıyım.

Didem Elif – Uzunca yıllar grafik alanında çalıştığın gibi bazı üniversitelerin Grafik bölümünde hocalık da yaptın.

Yaptığım İşi Derinlemesine Yapmayı Seviyorum

Mustafa Horasan – Evet hocalık yaptım. Aslında hocalığı da para kazanmak için yaptım. Bir kariyerim yok o anlamda benim biliyorsun. Akademik bir kariyer sahibi değilim yani. Hala Marmara Üniversitesi’ne dışardan gidiyorum. Bu benim için güzel bir şey. Paylaşmak için bir sebep hocalık. İnsanlara bildiğimi öğretmek, yeni arkadaşlarla bilgimi paylaşmak hatta onlardan yeni şeyler öğrenmek, kendimi yenilemek için bir süreç ve benim hoşuma giden bir şey.

Fakat eskisi kadar enerjik değilim bu konuda. Eskiden öğretmek konusunda çok daha iştahlıydım. Şu an artık haftanın yarım günü bana yetiyor. Artık atölyemde daha fazla vakit geçirmeyi seviyorum.

Eskisi kadar konsantrasyonum yok. Bir ara hatırlıyorum dört işi aynı anda yapıyordum. Grafik, resim, farklı iki okulda hocalık, hepsine birden yetişiyordum. Bunlar bir süre sonra beni yormaya başladı. Ben de azaltma yoluna gittim.

Şu an hobi gruplarına gidiyorum haftada bir gün. Tabi gene maddi olarak karşılığı olduğu için gidiyorum. Ama yaptığım işi derinlemesine yapmayı seviyorum. Bir şeyi yüzeysel yapamıyorum. Bir işin içindeysem o işi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Ne kadar iyi yapabiliyorumdur o tartışılır tabi ki ama elimden gelenin en iyisini yaptığımı biliyorum.

Didem Elif – Bu anlamdaki titizliğini biliyorum. Yemek bile yapsan öylesin. Müzikle de aran çok iyi. Birbirinden farklı sanat dallarıyla ilgilenirken hobi bile olsa senin için, orta karar yapmıyorsun. Ben bir otorite değilim ama sazı nasıl ağlattığını çok iyi biliyorum. Bir ozan gibi türkü söylediğini düşünüyorum. Üstelik her an müzik yapmaya hazır gibisin. Fırçayı bırakıp eline sazını alman, piyanonun ya da baterinin başına oturman en fazla bir saniye sürüyor.

Tamam mutlaka yeteneklisin ama yaptığın işlerde başarıyı yakalamanın sırrı nedir? Başkalarına göre sence neyi daha farklı yapıyorsun?

Sadece Hissetmek İstiyorum

Mustafa Horasan – Müzikle aram hep iyiydi. Müzik benim için bir kaçış alanı aynı zamanda. Kafamı dağıtmak için, kendimi yenilemek için, başkalaşmak için, kendime dışardan bakabilmek için. Güzel bir alan. Çocukluktan beri saz çalıyorum, barlarda da çaldım. Bir sürü yerde çalarak para da kazandım. Bodrum’da çalmışlığım var. Müziği hissederek yapmayı seviyorum.

Müzikle ilgili her şey hoşuma gidiyor. Yeni bir çalgı. Yıllar önce davul aldım biliyorsun. Onun üzerinde çalıştım. Sonra arkasından yeni aletler aldım bir sürü. Piyano aldım filan. Hepsini merak ediyorum ama müzikte profesyonel olduğumu düşünmüyorum. Sadece hissetmek istiyorum.

O anda o derinliğe ulaşmaya çalışıyorum. Ulaşabildiğim kadar hoşuma gidiyor. Beni inanılmaz mutlu ediyor o derinliğe dalabilmek.

Bir de galiba benim işim duygularla. İnsanlara o duyguları hissettirebilmek. O duyguları senin de yaşaman lazım ki onları hissettirebilesin. Ne söylüyorsan, neşeli ya da hüzünlü bir şeyse. Resimde de böyle. O anki duyguların hissettiklerin, ruhun, oraya yansımalı diye düşünüyorum. Ben böyle bir ressamım. Çok da planlı programlı işlerden ziyade oradaki hissi ulaştırmak. Aslında başka insanlardan daha çok kendime ulaştırmak. Yani yoğun konsantrasyonla o anı yaşama meselesi gibi. O anı yaşayabiliyorsam, hissedebiliyorsam o zaman zaten onun insanlara geçtiğini biliyorum.

Yetenekten daha çok, büyük bir arzudan bahsedebiliriz bu anlamda bence. İçinde istek varsa her şeye rağmen oturup çalışmak, yapmak, hissetmek, o anı yaşamak, gerçekten yeteneği ortaya çıkartıyor. Bazen çok yetenek tehlikeli de olabiliyor. Yeteneğinin arkasına saklanıp ezberci bir şeyler yapabiliyorsun bu da benim için tehlikeli bir şey. Onu gördüğüm andan itibaren yeteneğimi geriye çekmeye çalışıyorum. Hatta bununla ilgili bazı çalışmalar da yapmıştım geçmişte. Sağ elim o kadar çok yol almıştı ki beynimin önüne geçmeye başlıyordu. Sol elle çizerek yavaşlayabilir miyim, elimi kendi başınalıktan kurtarabilir miyim diye çalışmalar da yapmıştım.

Didem Elif – Günümüzde sanat ciddi baskı görüyor gözüküyor ama yıllar önce bir resminin sansüre uğradığını ve bununla ilgili de ciddi bir mücadele verdiğini hatırlıyorum. 2000’li yılların başıydı. İnsan yıllar içinde geriye dönük deneyimleri baktığında fikirleri değişime uğrayabiliyor. Aslında sanat dalının herhangi biriyle uğraşan herkes adına sormak istiyorum. Sansüre ya da baskıya uğrayan bir sanatçı nasıl bir yol izlemeli? Bununla mücadele etmiş ve bedeller ödemiş biri olarak bugünkü izlenimlerini merak ediyorum.

Sanat Benim Özgürlük Alanım

Mustafa Horasan – Sanat her zaman bir baskı gördü. Çünkü sanat bir özgürlük alanı insanlar için. İfade alanı. Bu alan tabi iktidarların hoşuna gitmiyor. Sözünü söyleyen insanları istemiyor hiçbir iktidar. Çünkü o sözlerde hiciv var, politik şeyler var.

Ben de bu yola özgürlük için çıktım. Bu işi yapmanın en büyük anlamlarından bir tanesi benim için özgürce duygularımı ifade edebilmekti. Ne yaşadığımı, hislerimi ifade edebilmekti. Bunları yapamayacaksam başka bir şey olurdum. Tasarımcı olurdum, bankacı olurdum, aşçı da olurdum, daha bir sürü iş yapabilirdim ama bunlar benim için ifade biçimleri değildi.

Baskıya uğrayan insanlar için çok da tavsiye edebileceğim bir şey yok. Bu bir direnme meselesi. İnsanlar yaptıklarına inanmak zorundalar. İnanıyorlarsa her şeye katlanırlar. Karşılığında ondan mutlu da olurlar. Ondan cezalar da alabilirler ama göze aldıktan sonra bu mücadeleyi veriyorsun. Bu mücadele sana zor bir alan olarak gelmiyor.

Didem Elif – Hangi alanda üretimde bulunursan bulun, kendi dünyanda var ettiğin her şeyin üretimine katkısı olduğunu düşünürüm. Çünkü seni besleyen her şey bir süre sonra çıktına dönüşüyor. Kimi yazarlar ayrılıklardan yani aşk acılarından beslenir. Bazı ressamların da daha çok acıdan beslendiğini söylesem haddimi aşmam umarım. Ama düşündüm de senin için böyle bir cümle kullanmazdım. Son olarak Mustafa Horasan en çok nelerden besleniyor bizimle paylaşır mısın?

Beslenme Kaynaklarımı O Kadar Genişlettim Ki

Mustafa Horasan – Birçok şeyden besleniyorum. Özellikle başka sanatçılardan çok besleniyorum bu bir gerçek. Başka sanatçılara bakmayı, onların eserleriyle karşı karşıya gelmeyi, onları tekrardan yorumlamayı, hissetmeyi, nasıl ürettiklerini düşünmeyi çok önemsiyorum. Bir yazarın sen de biliyorsun çok kitap okuması gibi. Ben de bir çok sanatçıya bakarak öğreniyorum tekrar bildiklerimi sorguluyorum acaba bunları bir daha düşünmeli miyim?

Sürekli sorgulayarak geçiyor bazen çok sancılı dönemler de olabiliyor. Kendimi çok acımasız yargıladığım zamanlar da oluyor. Kendimi çok pohpohladığım zamanlar da. Süpersin, şahane yürü git dediğim zamanlar da oluyor.

Acıdan besleniyor muyum? Valla her şeyden besleniyorum ama anlık acılardan beslenmiyorum. Dışarda gördüğüm arabanın altında kalmış bir köpek yavrusuna o an içim parçalanıyor beni çok etkiliyor. Yardım edebiliyorsam ediyorum ya da elimden bir şey geliyorsa yapıyorum ama oturup da onun resmini yapmıyorum. Onun benim içimde dönüşmesi gerekiyor.

Gezi için de böyleydi mesela. Gezi ile ilgili yaşarken hiçbir şey yapamayacağımı düşündüm. Daha sonra olaya baktıkça, yaşadıklarımı anladıkça arkasından birçok desenler yaptım. Ama bunu o an yapamıyorum sadece.

Sinemadan da besleniyorum diyebilirim, fotoğraftan da. Fotoğrafı çok seviyorum, hala da bir yandan fotoğraf çekiyorum.

Yaşadıklarımdan da etkileniyorum. Özellikle kızımın hayal dünyasından çok etkileniyorum. Çünkü onların yeni bir hayal dünyası var. Anime seyrediyor mesela. Japon illüstrasyonlarına çok meraklı. Anlamaya çalışıyorum çünkü benim dünyama çok yabancı. Hissini duygusunu anlamaya ve alışmaya çalışıyorum. Buna benzer bir çok şey var beslendiğim.

Bazen de hiçbir şeyden beslenemiyorum. Sadece oturup bildiğimi okuyorum. Bazen de hiçbir şey yapamayacağımı hissettiğm zaman oturup bir portre yapıyorum. Ya da eski desenlerime bakıyor, çıkartıp onların üzerinden bir pentür yapmaya çalışıyorum.

Bazen sıkıştığım anlar da oluyor ama güzel olan şu benim için. Böyle zamanlarda başvurabileceğim bir çok arşivim var. Fotoğraflar var bir köşede, çizdiğim desen defterleri var, biriktirdiğim bazı objeler var. Bunlar benim için geriye bakıp, heyecan duyup yeniden yola koyulmam için araçlar olabiliyor. Bütün bu zaman boyunca beslenme kaynaklarımı o kadar genişlettim ki. Hala bile tekrardan arzuyla üretme kaynaklarımı çoğaltmaya çalışıyorum bir yandan da.

Didem Elif – Mustafa’cım bu samimi ve sıcak sohbet için çok teşekkür ederim. Tıpkı senin ilhamlandığın sanatçılar gibi eminim ki senin de eserlerinden ilhamlanan bir sürü genç ressam var. Dilerim onların yolculuğuna katkı saylayacak bir söyleşi olmuştur. Sevgiler…

Not: Bu söyleşi 16 Ağustos 2018 tarihinde Sen ve Ben Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir